Friday, November 5, 2010

BARCELONA 61- FENERBAHÇE ÜLKER 69; BÜYÜK ZAFER


Son üç-dört sene içinde türk takımlarının basketbolda aldıkların en önemli galibiyettir. Bir zamanlar Efes Pilsen ve Ülker avrupa'nın en tepesinde yer alan takımlardan olarak kabul görürken nicedir başaltı takımlar seviyesinde dolanıyorduk. Fenerbahçe Ülker, iyi kurulmuş bir kadro, doğru seçilmiş bir koç ile türk basketbolunun kulüpler seviyesinde tekrar tepeye çıkacağını belgelemiş olabilir, öyle büyük bir galibiyet. Efes Pilsen'in zamanında yaptığı gibi, Milli takımın iki ay önce yaptığı gibi, bu büyük zaferin de sağlam savunma-takım olma formülüyle gelmesi tesadüf değil.

Fenerbahçe Ülker, türk basketbol severin bildiğini avrupalı basketbolseverden gizlemenin anlamı yok dedi ve final four hedefiyle yola çıkan bir takım olduğunu tüm avrupa'ya gösterdi. Maçtan önce Ukiç; "takım olarak nerede olduğumuzu görmemiz açısından çok önemli bir maç..." diyordu, cevabını öğrenmiş olduk. Fenerbahçe Ülker herhangi bir avrupa takımını, avrupa'nın herhangi bir yerinde yenecek kadar iyi ve kaliteli bir takım. İşin sırrı takım olmak. Çok değil bir sene önce aynı takımla maç bile yapamadıktan sonra bir iki takviye ile maç kazanılıyorsa o takımın koçu, pay sahibidir. Fenerbahçe Ülker nasıl kazandı?

Ricky Rubio-Jaka Lakoviç vs. Lynn Greer-Roko Ukiç


Maçtan önce kritik eşleşmenin burada, gard pozisyonunda olacağını düşünüyordum. Rubio her ne kadar hücumda geçen seneki kadar iyi ve formda değilse de savunma anlamında hala aktif iş yapıyor ve Fenerbahçe Ülker'in kadrosunda görünen tek zaaf, Ukiç'in bir oyun kurucu yedeği olmaması. Engin Atsür iyileşene kadar sürecek bir zaaf. Greer, bir oyun kurucudan ziyade bir skorer, Preldziç bu seviyede, Barcelona deplasmanında oyun kurucu pozisyonunu yedekleyemez. Barcelona tarafında ise Rubio'nun yedeği çok formda olan Lakoviç.


Burada sürpriz bir gelişme oldu. Maçın galibini belirleyen sanıldığı gibi Rubio-Ukiç eşleşmesi değil, her ne kadar, Ukiç; 13 sayı 2 asist 2 top çalma ve top kaybı yapmadan Rubio; sayı ve asist yapmadan maçı tamamlamış olsalar dahi... ( oha diyorsun haklısın da Ukiç böyle oynamazsa kazanma şansı pek yok zaten, bu performans yeterli olmazdı babında... ) Ukiç'i yedekleyen Greer, kendi oyunundan taviz vererek, başka bir oyuncuya dönüşerek, takımı için oynayarak takımına galibiyetin gelmesinde önemli pay sahibi oldu. Greer, 17 dakikada sahada kaldı ve sıkı durun; üçü isabetli beş şut kullanırken dört de asist yaptı, inanılacak gibi değil. Ancak oyuncular bir takımın parçası gibi hissederse ve ait oldukları takıma inanırlarsa böyle değişim gösterebilirler. Lakoviç ise altı üçlük denemesinin sadece birinde isabet bularak, oyun kurucu olmaktan çok uzak bir performans gösterdi. Greer-Lakoviç farkı çok önemliydi.

Sahada en fazla asist yapan oyuncu Lynn Greer oldu.

Ömer Onan-Tarence Kinsey vs Juan Carlos Navarro


Navarro, tüm avrupa'nın en önemli dış skoreri. Ömer Onan, Tüm avrupa'nın en iyi gard savunmacılarından biri, Kinsey bir diğeri. Bu ikilinin Navarro ile karşılaşması, Murat Kosova'nın iddia kaybetmesine neden oldu. Navarro15 sayı ve üzeri atarsa Kosova, 15 sayıyı geçemezse Ömer Onan iddiayı kazanacakmış, yazık oldu maçtan önce Murat Kosova'yı göremedik, bir yemeğini yeme fırsatını kaçırdık. Barcelona'nın bu kadar uzun süre yenilmemesinin sebebi bizzat Navarro'nun varlığıdır. Takımı kötü oynarken çıkar iki üçlük atar maçın gidişatını değiştirir, şutunu engellemek isteyenlerin yanından içeri drive eder faul alır. Navarro maç boyunca altı üçlük denemesinin hiçbirinde başarılı olamadı. Maçın hiçbir anında oyunun dengesini bozacak, gidişatı değiştirecek hamleyi yapamadı, şutu sokamadı. Hem Kinsey hem de Ömer Onan çok üst düzey bir savunma yaparak Navarro'yu devre dışı bıraktılar. Kinsey'in verimlilik puanı; -3 olarak gözüküyor ama tamamen istatistiklere güven olmayacağının bir göstergesinden ibaret bir ifade.

Gasper Vidmar vs Erazem Lorbek

Fenerbahçe dördüncü çeyreğin başında, üç dakika içinde, faul hakkını doldurdu. Hakemler avrupa şampiyonu ev sahibinden yana tercih haklarını kullanıyorlardı. Barcelona beşinde Vidmar'ın karşısında vatandaşı Lorbek vardı. Lorbek, Slovenya'nın en önemli uzunu. Vidmar bu noktada bir adım öne çıktı. Lorbek karşısında geri adım atmak şöyle dursun bir adım öne çıkarak, agresif bir oyun sergiledi, hem rakibe üstüste fauller aldırdı, hem ribaund katkısı yaptı. Oyundan çıkmasına neden olan faul pozisyonu da Lorbek'i savunurken blok yapma hevesinden kaynaklanan bir fauldu. O derece kendini ortaya koydu. Dördüncü çeyrekte takımının oyundan düşmemesine neden oldu, sağlam durdu.

Marko TOMAS

Her şeyin hayırlısı demek lazım. Barcelona deplasmanında Fenerbahçe maç kazanabiliyorsa bu biraz da Fenerbahçe'nin geçen sene ilk 16'ya kalamaması yüzünden oldu. İyi ve güçlü kadrosuyla Fenerbahçe elenirken Cibona zayıf kadrosuyla yola devam ediyordu. O zayıf Cibona kadrosunun bir tane kalbur üstü oyuncusu vardı; Marko Tomas. Tomas, son 16 maçları boyunca takımının bir numaralı oyuncusu oldu ve hemen hemen son çeyreklerin tamında top hep o'nun ellerinde oldu. Orada kazandığı tecrübe, burada son çeyrekte kendini gösterdi. Maçı getiren basketleri atan, önemli topları kullanan Tomas hem takımının en skorer oyuncusu olurken hem de rakibin etkili skoreri olan Mickeal'i etkili savunmasıyla devre dışı bıraktı.

Neven Spahija

Bir sene önce kırk sayı fark yiyen, tam anlamıyla bir maç yapamayan bir takıma, iki takviyeyle galibiyet getiriyorsa, hemen her oyuncusundan faydalanıyorsa, kilit oyuncuları maçın sonunda diri kalıyorsa o adamın hakkını vermek gerekir. Bundan önce daha somut bilgi vereyim, maçı izlerken dikkatimi çekmişti, rotasyon meselesi. Herhangi birine sorsanız Barcelona kadrosu, Fenerbahçe kadrosundan daha derindir, der ve muhtemelen haklıdır, hal böyleyken...

Fenerbahçe'de oyuna giren 10 oyuncunun tamamı 10 dakikadan fazla süre aldı. Barcelona kadrosunda oyuna giren 11 oyuncudan sadece 8 tanesi 10 dakikadan çok süre aldı. Fenerbahçe'de sadece bir oyuncu, Tomas, 25 dakikanın üzerinde ( 26 ) süre alırken, Barcelona kadrosunda 3 oyuncu; Navarro (30) Vazquez (29) Mickeal (34) 25 dakikanın üstünde süre aldı. Kadrosunu daha iyi kullanan, kadrosundan daha iyi verim alan, oyuncularını maçın sonunda diri tutan koç, Spahija oldu. Oyuncuları saha içindeki maçı kazanırken, koç, rakip koçu yenmişti çoktan...

Bu galibiyetin daha anlamlı olabilmesi için Siena karşısında, İstanbul'da maç kazanmak gerekiyor. O maçın dolu bir salonda oynanması, Barcelona deplasmanından galibiyetle dönen takımın hakkıdır.


Saturday, October 9, 2010

Almanya-Türkiye 3-0

Afrikalı, Güney Amerikalıya karşı

Tunus asıllı bir oyuncu ile Brezilya asıllı bir oyuncu bir avrupa şampiyonası elemesinde karşı karşıya geldi. Bir afrikalı ile bir güney amerikalı karşılıklı Almanya ve Türkiye için oynadılar. Mesut Özil'in seçimine kafa yormaktan biraz köşede kalan bir karşılaşma oldu. Almanya için oynayan göçmen çocuklarının varlığı; ikinci dünya savaşında kaybedenin ırkçılar olduğu bir kez daha göstermesi açısından değerliydi. Avrupa'yı doğal yaşam alanı olarak gören Hitler'in başlattığı savaş sonucu yıkılan ve yeniden yapılması gereken Almanya'yı, alman işçilerle beraber göçmen olarak gelen işçiler ayağa kaldırdı. Şimdi o işçilerin çocukları bir arada aynı forma altında oynuyor. Doğal yaşam alanı diye bir şey varsa bile o alan bütün dünyadır ve bütün insanlara açıktır mesajı daha güzel verilemezdi.

Busquets yerine Pedro hesabı Aurelio yerine Tuncay

Barcelona zorluk derecesi yüksek bir maça çıkıyor ve maçın hemen başında Busquets sakatlanarak oyundan çıkıyor. Skor yahut oyunun gidişatında belirgin bir sorun yok. Böyle bir anda Busquets yerine Mascherano'nun oyuna girmesi beklenir. Hiddink böyle yapmadı. Oyuncuyu Pedro ile değiştirip orta sahada oynayan Xavi'yi defansın önüne çekti. Hal böyle olunca Xavi devre dışı kaldı ve Barcelona kaybetti. Aurelio yerine Tuncay'ın tercih edilmesinin makul bir izahını bulmak zor. Oyun Almanya deplasmanında olduğumuz düşünülürse ortada gidiyor ve birden Aurelio sakatlanıyor. Yerine alınması gereken oyuncular kulübede mevcut. Selçuk İnan tercih edilmedi hiç olmadı İbrahim Toraman oyuna girmeli derken oyuna giren isim, Selçuk İnan hazırlanırken üstelik, Tuncay Şanlı oluyor ve o andan itibaren Hiddink, kendi oyun planını sabote etmiş oluyor. Pasa dayalı bir orta saha kurmayı amaçlayan ve bu sayede oyunu kontrol etmeyi hedefleyen Hiddink, Tuncay'ı oyuna alarak pas trafiği ihtimalini rafa kaldırıyor ve daha kötüsünü yapıyor, Nuri Şahin'i, Aurelio olarak kullanmaya başlıyor. Hiddink, Tuncay oyuna girdikten sonra Nuri'ye yerini anlattı ve sonra Nuri ile Ömer bu konuyu konuştu. Nuri, Xavi hesabı sürgün edildi, verim veremeyeceği bir yere geçti. Bu değişiklik hem kendi performansını hem de takımın performansını derinden etkiledi.

Yere Düşen Defans Oyuncularının Beklentisi

Sabri Sarıoğlu'nun ikinci gol golden hemen önce hakeme bakıp, faul beklediği pozisyon kayda geçsin. Süper ligin nimetlerinden biri de, defans oyuncularının kollanmasıdır. Bir defans oyuncusu ile bir hücum oyuncusu mücadele ediyorsa ve defans oyuncusu yerde kalıyorsa türk hakemi düdüğünü çalar, gol falan olur şimdi diye başına iş almak istemez. Bunu bilen defans oyuncuları kendini yere bırakır ve hakeme bakar, penaltı bekleyen forvet bakışı gibi düşünün. Defans oyuncusu Sabri, Alman hücum oyuncusu ile mücadeleye girdi ve yere düştü. Sabri hakeme bakarken, hakem sabri'ye bakmıyordu bile, Sabri ayağa kalkarken yan hakem santraya koşuyordu. Fifa kurallarına göre yönetilmeyen bir ligin yan etkileri.

Youtube Topçusu Özer Hurmacı

Milli takım seviyesinde bir oyuncu olmadığı ortada henüz bu formayı giyecek seviyede bir performans sergilemedi. Youtube klibi ile oluşturduğu bir fan kitlesi var. Bunlar mesele değil, mesele; Hiddink, Özer Hurmacı'nın hangi performanslarını gördü ve milli takımın gruptaki en zor maçında ilk onbirde oynayacak seviyede olduğuna kanaat getirdi. Özer Hurmacı'nın takımdaki varlığı, kadro seçiminde Oğuz Çetin'in etkileri olduğu yolundaki iddiaların en büyük kanıtıdır. Volkan Şen ise aynı saatlerde Bursa A2 takımıyla idman yapıyor, gel de isyan etme.

Wednesday, October 6, 2010

Guti'yi kim sakatladı?


Sezon başından beri hakiki los galacticos üyelerinden birini ligimizde seyredebiliyoruz. Üstelik ülkemize gelen bir önceki los galacticos üyesine kıyasla farklı bir amaç için geldiği ortada; Guti, Roberto Carlos gibi paraları saymak, emekliliğinin tadını çıkarmak yerine top oynamaya gelmiş. Oynuyor. Oyunu yönlendirmek ne demek? Pas nasıl verilir? Verimli pas ne demektir? Yıldız oyuncu kime denir? gibi sorulara şekil çizerek cevap veriyor. Hal böyle olunca süper ligde Guti'nin sakatlığı La liga'da Messi'nin sakatlığına tekabül ediyor çünkü Guti'nin yaptığın yapan bir oyuncu ülkede yok.


Trabzonspor-Beşiktaş maçındaki en önemli kareler hep Guti'nin olduğu karelerdi. Gol pozisyonlarını, güzel hareketleri, kırmızı kartı bir kenara bırakın, maçın en dikkat çekici anları şöyleydi; top Guti'nin ayağına geliyor, Guti'nin yanına bir trabzonspor oyuncusu geliyor ve topla karışık Guti'ye sallamaya başlıyor, allah ne verdiyse hesabı, topa bir Guti'ye iki. Guti ilk aldığı darbeye aldırış etmiyor ama seri şekilde yapıldığını görünce kafasını kaldırıp hakeme bakıyor ve hakem Guti baktığı zaman faul çalıyor. Bu arada Guti bakarken dahi alttan çalışmaların devam ettiğini belirteyim. Özellikle ikinci yarıda bir noktadan sonra hakem hep aynı şekilde düdüğünü çaldı; Guti hakeme baktı, hakem düdük çaldı. Guti'nin bakmasının sebebi; rakibinin futbol oyun kuralları dışında ve hakemin üç metre önünde sanki mücadele ediyormuş gibi rahat bir şekilde bileklere çalışmasıydı. Guti; ne oluyoruz hoca? hesabı hakeme bakınca hakem lütfedip düdüğünü çalıyordu. Rakip oyuncuya bir uyarı yahut sarı kat, elbette yok.


İlk yarıda Guti, topa ceza sahasından çıkarken Egemen Korkmaz, arkasından müdahale yaptı, direkt Guti'ye yapılan bir müdahaleydi ve cezasız kaldı.


Şimdi soru şu; Guti'yi yahut diğer oynamaya çalışan yıldız futbolcuları kim sakatlıyor? Misalen; Egemen Korkmaz'ın lisansını yırtsak sorun çözülür mü? Yoksa yerine gelen stoper mevcut düzen devam ettiği için kısa sürede Egemen Korkmaz, İsmail Güldüren modeline evrilir mi?


Guti'yi sakatlayan ve dahi sakatlayacak olan rakip stoperler değildir, türk hakemlerinin uygulamalarıdır. Türk hakemleri diyorum zira Fifa kuralları ile Türkiye'de maç yönetilmiyor. Erman Toroğlu'nun gözüyle yorumlanan ve şekillenen süper lig, eski bir stoperin bakış açısına göre şekillenmiş oldu ve bu durumdan kurtulmak mümkün olmuyor. Erkek oyunu, öyle faul olmaz gibi yaklaşımlarla hücum oyuncusuna yönelik sertlik sınır tanımayan bir noktaya getirildi. Fifa, arkadan hareket kırmızı ya da en az sarı kart ile cezalandırılır diyor, aynı faulu birden fazla yapmak cezalandırılır diyor, topla oynama gayesi olmadan direkt rakibe yapılan hareketler cezalandırılır diyor. Bizim hakemlerimiz bunları kural kitabına göre uygulamıyor. Trabzonspor-Beşiktaş maçının ilk on dakikasında karşılıklı birer sarı kart çıkartılsaydı, maç boyunca sertlik devam etmezdi, edemezdi.


Hal böyleyken görevi rakip hücum oyuncularını durdurmak olan stoperler hakemin izin verdiği ölçüde sertlik yapmaktan çekinmiyor. Oynatalım Uğur'cum faslının yan etkileri devam ediyor. Rakibe kasıtlı giren stopere kural kitabında yazdığı gibi ceza verilse stoper de farklı şekilde savunma yapmaya başlamak zorundadır.


Türkiye liginin sert ve mücadeleci olduğu koskosa bir yalandır. Türkiye ligi, stoperlerin cennetidir. Sertlik topa değil adama yapılır ve cezasız kalır. Bütün ülkede topu oyuna sokabilen tek bir stoper olmaması da apaçık bir göstergedir zira altyapılarda stoperlerin nasıl adam durdurduğuna bakılır ve daha çok sert olan daha yukarı çıkar. Oynamayı bilmesi önemsenmez, rakibi bir şekilde durdursun yeter.


Guti, futbolu seven herkesin izlemekten keyif aldığı bir futbolcu ve bu maçta aldığı darbeleri almaya devam ederse daha çok sakatlanacak. ihaleyi bir iki stopere bırakmaz yersiz olur. Futbol yayınlarından para kazanan Lig TV'nin görevi, ofsayt-penaltı gibi anlık pozisyonlar yerine hakemlerin genel politikasını eleştirmektir. Guti oynadığı sürece abone sayısı artar.

Monday, October 4, 2010

You Come At the King,You Best Not Miss

Bir sokak filozofu olarak gönlümüzde haysiyetli bir yer sahibi olan Omar Little ( the wire ) aynı zamanda alemin kralı pozisyonunda bir kimse olduğu için bu sözü söylemekten imtina etmemişti. Alemin kralı olduğu için kral çıplak demek hepten zor zira edeceğiniz son sözler bunlar olur. Kral çıplak der kalırsınız. Servet Çetin, kralı hedef aldı fakat kralı tahtından indiremedi, bir bedel ödemesi lazım.

Servet Çetin'in Fenerbahçe yahut Şevçenko sonrası kariyerinde tekrar ayağa kalkması, tekrar İstanbul'a gelmesi ( yeşilçam filmlerinde ve hatta ezel'de dahi kahraman haydarpaşa'ya bir kez gelir, bir daha tren yüzü görmez ) ve bu sefer tutunabilmesi gerçek bir başarı hikayesidir. Parladığı yerlerin temel özelliği; kendi on sekizleri üzerine defanslarını kurmalarıydı. Denizlispor ve Sivasspor örneklerinde önceliği defans olan takımların yıldızı olarak öne çıkmıştı. Kazanmaya oynayan takımlardaki kariyeri ise pek parlak başlamadı. Fenerbahçe'de tutunamadı. Şevçenko olayında ihaleyi Daum'a bıraksak dahi Servet'in üzerinde izi kaldı. Tamam Şevçenko, defans hattını orta sahaya yakın kuran her takımın stoperlerine ızdırap olurdu ama Servet'in de hücum yapan bir takım için ideal stoper olmadığı ortadaydı. İkinci İstanbul seferi farklıydı. Pozisyon bilgisi üst düzeyde olan fakat düşündüğü her şeyi yapamayan Song'dan defans yapmanın temel kurallarını öğrendi, mücadele etti, kendini geliştirdi. Aşama kaydetti. Aşama kaydetmesi önemli zira türk pasaportu olan futbolular aşama kaydetmeyi gerekli görmezler. En fazla arabaların markaları değişir çünkü alternatifleri yoktur ve takımlar onlara muhtaçtır.

Marsilya'ya gitme durumu olana kadar, sakat geçirdiği sezonun ikinci yarısını saymazsak, Servet, Galatasaray için çok değerli bir oyuncu konumundaydı ve ortalama Galatasaray taraftarı, Servet'i istemeye istemeye alkışlayarak uğurlamaya hazırdı. Transfer olmadı ve Servet'in kariyerinde başka bir perde başlamış oldu. Bu yeni perdenin açılmasını sadece Rijkaard'a bağlamak makul olmaz yatan bir Marsilya işinin de büyük payı var.

Frank Rijkaard yönetimindeki Servet Çetin kötü bir sezon geçirdi. Rüştü-Valdez tercihinde dahi kalecinin pas trafiğine katkısını önemli bir etken olarak kabul ettiğini bildiğimiz Rijkaard, Servet'in pas yapamamasından, pas trafiğine dahil olmamasından memnun değildi lakin alternatifler içinde fazla seçeneği yoktu. Servet, yalnızca pas yapamadığı için değil kötü savunma yaptığı için kötüydü. Servet gibi oyunun tek yönünü oynayan oyucuların tolore edilebilmesi için iyi oldukları yönün hakkını vermeleri gerekir. Pası bir kenara bırakalım, Servet Çetin, defansif anlamda çok kötüydü. Galatasaray'ın kritik mağlubiyetlerinde pay sahibi oldu. Atletici Madrid maçının son dakikasında Forlan'dan yediği çalımı yahut Eskişehir maçında Koray'ın şut feykine verdiği cevabı ( topa arkasını dönerek zıpladı, ortaokulda topa arkasını dönerek zıplayan çocukları maçlara almazdık hesap et ) hatırlayın. Sıradan basit hatalar değildi bir defans oyuncunun kalitesini belli eden hatalardı. Rijkaard haklı olarak arayışlara girdi. Hem pas yapamayan hem defans yapamayan bir stoperin varlığı anlamsızdı. Emre Güngör, Hakan Balta gibi alternatiflere yöneldi ve bu durum, Servet'in hoşuna gitmedi.

Sezon bittikten sonra herkesin bildiği bir durum söz konusuydu; Rijkaard, defansa takviye istiyordu. Bir tek Neill katkısı dahi defansı bir adım öteye götürmüşken bir katkı daha yapmak elzemdi. Burada Galatasaray yönetiminin hatası söz konusu. Hem Rijkaard'ın istediği defans oyuncusunu zamanında almamak hem de Servet Çetin'i elden çıkarmamak hatadır. Rijkaard ve Galatasaray bir süre daha Servet Çetin'e muhtaç kaldı. Emre Güngör ve Uğur Uçar elden çıkarılmış, Sabri, Gökhan, Çağlar sakat olarak sezona başlamışlardı. Galatasaray defansı mecburen; Hakan-Servet-Neill-Ali şeklinde oluşuyordu. Bu muhtaçlık süresi boyunca Hakan ve Servet takımın canına okudu. Kendi standartlarının çok altında oynadılar ve kritik hatalar yaptılar. Servet özelinde, Karkiv maçında yediğimiz ilk golü hatırlatmak yeterli olacaktır. Bir yandan saha içinde geçen seneki performansını sürdürürken bir yandan saha dışında sürekli konuşmaya başladı. Bazen üstü kapalı bir şekilde bazen yekten hedefini gösterdi; Rijkaard. Rijkaard takımın patronu bir bakıma kralıydı ve hedefteydi, olmadı Rijkaard takımdan gönderilmedi.

Sonra Servet ile ilgili esasen üzücü bir gelişme yaşandı. Servet birden bir buçuk sezon öncesine yakın bir performansla oynamaya başladı. Yeniden iyi oynuyordu ve iyi oynamasının bir sebebi vardı; İnsua transferi. Takıma yabancı bir sol bek katılınca tek bir türk stopere yer kalıyordu ve Rijkaard'ın Servet'in yerine Hakan Balta'yı tercih edeceği bir sır değildi. Servet ancak böyle bir motivasyon kaynağı oluştuktan sonra iyi oynamaya başladı. Bir diğer milli stoper olan Gökhan Zan'ın as takımla idmana çıkması, Servet'in yerinde denenmek istemesi bardağı taşırdı. Rijkaard'ı istemeyen ve hedef alan Servet, dört galibiyet ve sakatların iyileşmesi sonrasında kralı hedef alan kişinin ıskalaması halinde neler yaşayabileceğini deneyimlemiş oldu.

Yedek kalmayı kabullenmemesi değildi mesele, başına gelecekleri bildiği için idmanda tartışmayı göze aldı. Servet, bir buçuk senedir sadece İnsua transferinden sonra iyi oynamaya yaklaşan bir oyuncu ve saha dışında hocası aleyhinde demeç verip idman sahasında kararlarını sorguluyor. Kadro dışı olması normal ve sürecin bir parçasıdır.

Wednesday, September 15, 2010

Karşısında Ömer Onan Gören Gardın Hüznü


Karşısında Messi'yi gören savunma oyuncuları ne hissediyorsa, Ömer onan tarafından savunulacağını anlayan gardlar da benzer hisleri yaşıyor.

Doksanlı yılların ortalarında Magic Johnson'ın gösteri takımı avrupa turnesi yapıyordu. Türkiye'ye geldiler, Ülker'in rakibi oldular. O zamanlar avrupa basketbolu ile NBA arasındaki makas daha büyüktü. Bu yüzden büyük bir hayranlık ve saygıyla rakip takımı izliyorduk. Maç başladıktan kısa bir süre sonra aradaki farkı görmek mümkün oldu. O ana kadar izlediğimiz savunmaların temeli; adamı tutmak, adamı takip etmek üzerineyken rakip takım topa korkunç bir baskı yapıyordu. Birden fazla kez aynı şey tekrarlandı. Ülker oyuncusu dripling yapmak için yere vurduğu topu yerden alamadı, çünkü adamlar o topu sektirme aralığında topu alıp gidiyorlardı. İnanılmaz bir savunmayı. Elbette maç boyunca bunu tekrarlamadılar ne de olsa bir gösteri maçıydı. Orhun Ene dışındaki bütün oyuncular bu şekilde top kaybı yapmıştı. Maç sonunda zaten Magic, Orhun Ene'yi çok beğendiğini söylemişti. O savunmayı gördüğüm zaman büyülenmiştim ve NBA sevgim artmıştı.


O şekilde yapılan bir savunmayı yıllar sonra bir dünya şampiyonasında bir Türk oyuncuyu izlerken görmek bambaşkaydı. Ömer Onan, bütün Avrupa'nın en iyi gardlarından ikisi olan Pana ve Barca formaları giyen Spanoulis ve Lakoviç ikilisini sahadan sildi. Bırakın top kullanmayı, şut atmayı, oyun kurmayı topu yere vurmaktan korkar hale geldiler. çünkü yanlışlıkla yarım adım ileriyle topu vururlarsa top kendilerine geri gelmiyordu. Ömer Onan savunmasında Spanoulis beş, Lakoviç 3 sayı üretebildi. Diyorum ya asıl iş sayı attırmamaktan çok ötedeydi.


Nazarımda turnuvanın en iyi savunma oyuncusu kendisidir. İki büyük galibiyetin gizli kahramanıdır. Hepsinden daha önemlisi ise; Magic Johnson'ın takımında oynayabilecek kalibrede bir oyuncudur.
Tek boyutlu bir oyuncu olduğu yahut sadece savunma açısından iyi bir turnuva geçirdiği düşünülmesin. Turnuva genelinde %45 saha iyi isabetiyle 9.7 sayı ortalaması tuttururken kritik yarı final maçında Sırbistan karşısında 14 sayı attı.

Panyalı bir üçlük kelebek etkisi yarattı.

Amerika'nın 16 sene sonra dünya şampiyonu olmasına vesile olan panyalı bir üçlükten fazlası değildi. Amerika'dan kaçmaya çalışan Fransa, Amerika'nın da İspanya'dan kaçmasına vesile oldu. Yeni Zelanda'nın bitime beş saniye kala attığı panyalı üçlük turnuvanın seyrini değiştirip kelebek etkisi yarattı. Amerika, tarihin en kötü amerikası falan değildi ama yenilebilir bir amerika takımıydı. Amerika'yı yenmek için gerekli formül apaçık duruyordu. Topa hakim olan ve takımı oynatabilen, içeriye top indirebilen bir oyun kurucu, pota altında sırtı dönük oynayabilen ve bitirebilen bir uzun, bu ikisini sıkıştıran amerikan savunmasına ceza kesebilecek güvenilir bir şutör. Huertas, Splitter, Barbosa üçlüsünün hem nefesi yetmedi hem de yedekleri yeterince iyi değildi. Bu üçlü üzerine kurulan Brezilya son topta maçı kaybetti. Bu oyuncuların yerine; Rubio, Gasol ve Navarro üçlüsü Amerika'yı yenerdi. Hem daha iyiler hem de kayda değer yedekleri vardı. Turnuva boyunca Yunanistan dışındaki bütün dengi olan rakiplerine kaybetmesine rağmen karşısında Amerika'yı gören bir İspanya takımı farklı bir motivasyonla, tamam söylüyorum kırmızı gören boğa motivasyonuyla, Amerika'ya bilenir ve kazanırdı. Türkiye'nin bu üç elzem malzemeden eksik olan pota altında bitiricisinin olmamasıydı. Mehmet Okur'u turnuva boyunca ilk kez aradık. Bir sakatlık, 79 kuşağının dünya şampiyonluğuna maloldu.

Thursday, July 29, 2010

Orta sahayı kaybeden ancak şansıyla kazanabilir.

Rıdvan Dilmen Fenerbahçe'yi çalıştırırken bir Beşiktaş maçına çıktı. Maç 1-1 berabere bitti. Maçtan sonra Dilmen, maça dair açıklamalar yaparken konuyu Beşiktaş'ın attığı gole getirdi. üç aşağı beş yukarı şöyle bir şeyler dedi; hakemler hakkında konuşmak istemiyorum ama yediğimiz golün öncesinde kazanılan faul, faul değildi. O faul sonucunda golü yedik, demeye getirdi. Bahsettiği faul pozisyonu orta sahadaydı ve taç çizgisine yakındı. Böyle bir açıklamayı duyunca Rıdvan Dilmen'in Fenerbahçe kariyerinin kısa süreceğini anlamak zor olmadı.

Young Boys maçından sonra Aykut Kocaman, maça dair açıklamalar yapıyordu. Muhabir, beklediğimiz gibi bir maç bulamadık diyerek konuyu utana sıkıla kötü oyuna getirdi. Aykut Kocaman, oyunun kötü olduğunu kabul edip bunu özellikle ikinci yarıya ve on kişi kalmalarına bağladı. Oysa Fenerbahçe, 1-0 kaybettiği ikinci yarıda değil 2-1 kazandığı ilk yarıda daha kötü oynayıp daha çok pozisyon vermişti. Eşit sayıyla mücadele edilen kısımda, oyunu domine eden taraf Young Boys oldu. On kişi kalmak bir anlamda Fenerbahçe'nin işine yaradı gibi oldu zira geriye çekilmek zorunda kalan takım rakibe bu şekilde daha fazla alan vermemiş oldu. Kötü oyunun sebebi on kişi kalınması değil orta sahayı rakibe teslim eden bir oyun anlayışı ve oyuncu seçimiyle sahaya çıkmaktı. ikinci yarının son on dakikasında yorgunluk etkisini gösterdi ve rakip tekrar ilk yarıdaki havasını yakaladı. Aykut Kocaman maçtan gerekli dersleri almak yerine ihaleyi Kazım'a, on kişi kalmaya bağlayacaksa orta sahadaki faul yüzünden hayıflanan Rıdvan Dilmen'den fazla uzun bir Fenerbahçe kariyeri olmaz.

Dünya kupasında olduğu gibi oldu, orta sahayı eline geçiren maçı domine etti. Young Boys dünyada yeri olmayan bir sistemle oynarken Fenerbahçe dünya kupasında sükse yapan 4-2-3-1 taktiği ile sahaya çıktı. Fakat taktiğin doğru olması, moda olması tek başına yeterli değil. Bir yanda Christian gibi defansın içine gömülen, kamp yapan bir adam, bir yanda Alex gibi ikinci forvet gibi oynayan bir adam, bir yanda da Stoch ve Kazım gibi orta saha kanat oyuncusu özelliklerinden ziyade açık oyuncusu özelliklerine sahp oyuncular varsa o 4-2-3-1 denemesinden hayır gelmez. Aykut kocaman'ın ilgilenmesi gereken, üstünde durması gereken husus bu. İlk yarı boyunca kanat bekleri sürekli olarak ikiye bir kaldı. Beğenilen stoch'un olduğu sol taraftan gelen Degen ve ekürisi maçın yıldızları oldu. Kaleci maçın yıldızı oluyorsa o takımın iyi oynadığı söylemek zor olur hesabı rakip kanat oyuncuları milli oluyorsa o kanatın oyuncuları için iyi demek makul olmaz. En fazla top ayağındayken falan iyi diyip mevzu kapatılır. Sahaya aynı anda Alex, Stoch, Kazım ve Cristina özelliklerinde dört oyuncu çıkarsa o takımın başarılı olması çok zor zira bu dörtlünün anlamı rakibe gel orta sahayı sen eline geçir demektir. Sistemin en başarılı temsilcisi olan Almanya'nın oyuncu özellikleriyle kıyaslarsak; ne Khedira, Christian kadar geride kalıyor, ne Müller ve Podolski, Stoch ve Kazım kadar tek yönlü oynuyor.

Fenerbahçe kendi tarihinin en şanlı avrupa maçlarından birini belki de birincisini oynadı. Bu kadar pozisyonun verilme sebebi on kişi kalmak değil rakibe orta sahayı vermekti.

Kazım, Survivor Emin gibi bir karakter. Adam durumu doğru analiz ediyor, ne yaptığını açık açık söylüyor ama bunun olası sonucundan habersiz gibi davranıyor. İkinci kart pozisyonunda takımıma zaman kazandırmak için topu havaya attım... tamam işte bunun cezası sarı kart. O sebeple hareketi yapmış olduğun çok bariz olduğu için gördün kartı zaten.

Tek başına iki kişiyle mücadele etmeye çalışan kanat bekleri maçın en kötüleri gibi algılanırken o bekleri ikiye tek bırakan ofansif kanat oyuncuları göze girdi. Maçın sonucu gibi maçın değerlendirmesi de adil olmadı.

Friday, July 23, 2010

2010 projesi başarısız oldu.


Dünya şampiyonu belli olmadı lakin belli olan bir şey var; Türkiye basketbol federasyonu ve Tanjeviç işbirliği ile çıkılan 2010 yolculuğu başarısız oldu. 2006 yılında bu yana her turnuva öncesi kadro seçimi sırasında yaşanan tartışmalara ve turnuva sonrası yapılan yorumlara karşılık tek bir açıklama vardı; amaç 2010 turnuvasıdır. Bu açıklama yalan oldu zira Türkiye'nin 2010 kadrosu, bir kaç turnuvadır beraber oynayan bir takımın izlerini taşımaktan ziyade hali hazırda formda olan ve teknik heyet ya da federasyon tarafından kara listeye alınmayan oyunculardan kurulu olacak.


Muhtemel ideal beşimiz;


Kerem Tunçeri: 2010 kadrosunda düşünülmediği için uzun süre, 2009 turnuvasına kadar kadroya alınmadı.


Ömer Onan: 2010 kadrosunda düşünülmediği için 2009 turnuvasına kadar kadroya alınmadı.


Hidayet Türkoğlu: 2006 dışında turnuvalara geldi.


Ersan İlyasova: Bütün turnuvalarda yer aldı.


Ömer Aşık: 2009 turnuvasında yer aldı.


Bu olası ilk beşin üç oyuncusu 80 öncesi doğumlu oyuncular. 2010 yılı içi düşünülen kadroda yer alan jenarasyonun temsilsici olmaktan çok Avrupa ikincisi olan takımın parçası olarak kabul edilirler. Hidayet dışında bu turnuvada olmayakları öngörülen oyunculardı. Üstelik 79 jenarasyonun bir başka temsilcisi olan Mehmet Okur sakatlanmasaydı bu turnuvada yer alacaktı.


Engin Atsür, Ender Arslan, Ersan İlyasova, Semih Erden dışında 2006 yılından bu yana her turnuvaya katılan başka oyuncumuz yok.


2010 hedefiyle çıkılan yolda 2006 dışında başarılı turnuva yaşamadığımız gibi, 2010 yılında da hazır, kurulu bir takım göremedik, bulamadık. Acı olan budur; bugüne kadar turnuvalara en iyi türk oyuncularla çıkılmadı ve açıklama olarak 2010 gösterildi, 2010 geldiği zaman ise ülkenin o sene en iyi performans gösteren oyuncularından bir takım çıkarılmaya çalışılıyor. Önce Tanjeviç, sonra Demirel onayından geçerlerse...




Rijkaard'ın Bir Senesi


Frank Rijkaard bir seneyi tamamladığına göre değerlendirme yapma zamanı gelmiş demektir. Türkiye liginin şartları farklı ve bu ligi tanımayan birinin lige adapte olması zaman alıyor da asıl soru şu olmalı; Galatasaray'ın aradığı lige adapte olup ligi kazanacak bir hoca mı? Yoksa bir oyun sistemini Galatasaray'a yerleştirip uzun vadede tekrar avrupa sahnesinde yer almasını sağlayacak bir hoca mı? Rijkaard seçimi bize ikinci tür bir hocanın tercih edildiğini söylüyor. Daum gibi ligin kurdu olmuş, sistem değil yerel başarı peşinde koşan bir hoca yerine bir sisteme inanan ve o sistemle başarılı olmayı hedefleyen bir hoca.

Rijkaard'ın Barcelona'da yaptıklarını değerlendirirken; yeaa Barcelona ya babam da şampiyon yapar muhabbetiyle ihale açılıyor, oradan başlayan ihaleyi de fazla uzağa götürmek haliyle mümkün olmuyor. Oysa durum şu; Barcelona elli senede sadece üç kere avrupa şampiyonu olmuş bir takım. Birinin başında bizzat Rijkaard vardı, birini kazanan takımın oluşmasında da emeği var. Rijkaard göreve geldikten sonra 6 sene aradan sonra Barcelona'yı tekrar la liga şampiyonu yaparken 14 yıl aradan sonra da tekrar avrupa şampiyonu yaptı. Her sene sürekli başarılı olan bir takımın başında mesai doldurmadı, kötü günler geçiren bir takımı tekrar olması gereken yere çıkardı.

Böyle bir hoca seçiminden sonra hemen bir başka kıyaslama yapılıyor. Del bosque ve Aragones gibi iyi hocalar da bizim ligde başarılı olamadı bu yüzden Rijkaard da olamaz. Böyle bir varsayımla yola çıkarak sağlıklı bir sonuç alınamaz. Aragones ve Del Bosque gibi hocaların özelliği farklı. Onlar teknik ve taktik olarak üst düzeydeki oyuncuları yönetmedeki maharetleriyle öne çıkan hocalar. Aragones'in en büyük başarısı milli takımla, Del Bosque de hem Real Madrid hem de İspanya milli takımı ile başarılı olmuş bir hoca. Ellerine gelen üst düzey oyunculara doğru liderliği yapan adamlar. Bu tarz adamlar yine Türkiye'ye gelseler yine başarısız olurlar. Geldikleri takım farketmez zira bizim ligimizdeki hiçbir takımın oyuncuları teknik ve taktik olarak belirli bir seviyenin üstünde değiller öyle oyuncular var elbet lakin her takımda azınlıktır. Haliyle gelen hoca şaşırıyor; on beş yaşında öğrenmiş olması gereken şeyi bilmeyen profesyonel oyuncular görüyor. Türk futbolcular öyledir kabul etmek lazım, lise diploması olmadan master yapıyorlar bir yerde, eğitimleri aslında o seviye için olması gereken noktada değil.

Rijkaard, Aragones tipi bir hoca olmadığı kesin başarısız olur yanlış bir seçim diyemeyiz zira genç oyuncularla ilgilenmek, sistemini oturtmak gibi kaygıları var. Heyhat Rijkaard'ın da acı bir şekilde öğrendiği gibi türk oyuncular hangi seviyede olurlarsa olsunlar pozisyonlarının gerektirdiği temel donanıma, eğitime sahip değiller.

Bütün bunların yanında Rijkaard'ın geçen seneki performansını sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için takımın kırılma maçlarına bakmak lazım. Neler oldu da Galatasaray seneyi kupasız kapadı.

Avrupa Macerası

Fatih Terim'in ilk senesinde Galatasaray'ın "yapma Hayrettin" sayesinde elendiği PSG kupayı kazanmıştı, Geçen sene de Galatasaray'ın elendiği Atletico Madrid kupayı kazandı. Sonları benzesin de, Galatasaray, Madrid'e neden elendi? sorusuna cevap bulmak lazım.

Deplasman maçında Galatasaray Caner Erkin'in bireysel hatası yüzünden gol yedi. Üstelik bu hata, milli takım seviyesindeki bir oyuncunun yapacağı türden bir hata değildi. Galatasaray atağa çıkarken sol kanattaki Caner topu gelişi güzel bir şekilde ortaya doğru attı, o topu alan Atletico atak başlattı, O sırada takım halinde çıkmaya hazırlanan Galatasaray gafil avlandı. Artık duran toptan çok geçişler sırasında gol atılıyor. Hatalı pası veren Caner, hatasını telafi etmek için ceza sahasının köşesinde bulunan ve kaleye sırtı dönük olan oyuncuya alakasız bir faul yaptı ve tehlikeli yerde kazanılan duran top, gol oldu.

Evimizdeki maça gelelim. Galatasaray Elano sakatlanana kadar oyunun kontrolünü elinde tutan, uzun zaman sonra güçlü bir avrupa takımı karşısında oyuna hakim olan taraftı. Bu süre zarfında net bir gol pozisyonu da yakaladık. Sonra Elano sakatlanarak oyundan çıktı ve ikamesi kadro içinde olmadığı için oyunun kontrolü rakibe geçti. Yine de Neill transferi sonrası takım uzun yıllardan sonra ilk defa iyi takım savunması yapmaya başladığı için rakibe çok pozisyon vermiyorduk derken... Taçla başlayan bir atak sırasında Uğur Uçar adamını acemice kaçırıyor ve oyuncu güzel bir vuruşla gol yapıyor. Takım savunmasına bağlı bir hata değil Uğur Uçar'ın bu seviyenin adamı olmadığını gösteren bir hareketi. Fakat Galatasaray ayağa kalkıyor ve golü buluyor üstüne bir de penaltı verilmesi gereken bir pozisyon çizgi hakemin varlığına rağmen penaltı olarak değerlendirilmiyor, bu duruma sinirlenen Caner Erkin zorla kendini oyundan attırıyor. Topu oyuna Pepe kadar iyi soktuğunu düşünen Servet Çetin, orta halli bir savunmacının yememesi gereken bir çalımı yiyor ve son dakika golüyle Galatasaray avrupa kupalarına veda ediyor, kupayı kazanacak olan takıma kaybediyor.

Şimdi, maçlar ortada. Galatasaray'ın elenme sebebi olarak Rijkaard'ı gösterebilir miyiz? Caner'in iki maçta yaptıkları, Servet Çetin'in yediği çalım, Uğur Uçar'ın adam kaçırması... Üstelik bu iki maçtan çıkarılacak asıl sonuç şu; Galatasaray evindeki maçta Elano sahadayken büyük avrupa takımlarına özgü bir şekilde oyunu kontrolünde tutup net pozisyon bulma işlemini gerçekleştirdi. Takım savunmasının belirli bir eşiği geçtiğinin sinyallerini verdi.

Türkiye Kupası

İlk Antalya maçını geçtim de, ikinci maçta Sarp'ın yaptığı hareketini nasıl geçeyim? Kale boşken topla kalenin arasını kapaması gerekirken ve bu hem daha akıllıca hem de daha kolay yapılabilecek bir hareketken, bunun yerine sanki bir orta saha mücadelesi gibi arkadan Necati'yi takibe devam etmesi, topu almaya çalışması... Galatasaray bu tercihin sonunda yediği bir gol yüzünden Türkiye kupasından elendi.

Türkiye ligi

Hedeflerimizden uzaklaşmamızı sağlayan kritik maçlara bakalım.

Eskişehir maçı; maçtaki tek gol pozisyonunu yakalayan taraf Galatasaray, rakip organize olarak kalemize gelemiyor ve pozisyon bulamıyor derken Mehmet Topal'ın yanlış bir pas tercihiyle başlayan atak sonunda rakip elini de kullanarak gole gidiyor. İkinci gol ise evlere şenlik. Milli takımın stoperi Servet Çetin, belli belirsiz şut gösteren rakibine arkasını dönerek zıplıyor ve geçiliyor, sonuç gol. Servet'in yediği çalımı genç takımdan bir stoper yese, akşamına evine gönderilir, sanayi ya da okula gitmesi önerilir.

Trabzonspor maçı; gole kadar iki net pozisyon yakalayan ve doğru dürüst pozisyon vermeyen taraf Galatasaray. Son adam olan Emre Güngör, çalım atmaya çalışıyor ve sonuç gol.

Fenerbahçe maçı; oyunu tutarak oynuyoruz ve rakibe pozisyon vermiyoruz. organize olarak ceza sahamıza gelemeyen kalemize şut çekemeyen rakip oyunun bitimine yirmi dakika kala otuz beş metreden bir şut çekiyor ve bir kaleci hatası ile gol yiyoruz. o ana kadar maçın tek net gol pozisyonuna giren takım gol pozisyonu vermeden bir pozisyon daha yakalıyor.

Kewell ve Baros gibi sağlıklı oldukları zaman üst düzey performans gösteren iki oyuncunun yokluğuna rağmen Galatasaray'ın hedeflerine ulaşmasını engelleyen temel faktör; oyuncuların yaptığı inanılmaz hatalardı. Milli takım yahut Galatasaray seviyesindeki oyuncuların yapmaması gereken hatalar.


Bu tabloya bakıp Rijkaard başarılı olamadı demek, makul olmaz. Takımın patronu o olduğuna ve ortada bir kupa olmadığına göre başarılı diyemeyiz lakin maçları irdeleyince oyuncuların yaptığı engelleyecek kudrete sahip bir hoca yeryüzünde yok. Öyle hataları yapan oyuncuların yerine daha iyilerini en azından bu tip hataları yapmayacak olanları koymak tek çözüm.

Galatasaray için şampiyonluk amaç değil avrupa kupalarına gitmek için kullanılan bir araçtır. Bu yüzden şampiyonluk ancak peşinden sağlam bir avrupa macerası, kupası geldiği zaman bir anlam ifade eder. 2008 yılında Cevat Güler yönetiminde şampiyon olmamız istediğimiz türden bir şampiyonluk değildi, evet mutlu olduk ve rakip takım taraftarlarına karşı söz sahibi olduk ama hepsi bundan ibaret. Ertesi sene başında tarihimizde ilk defa şampiyonlar ligi ön elemesinde elendik. Çünkü bir önceki şampiyonluğumuz bir sistemin bir planın sonucu olmaktan ziyade kısa vadeli takım olmanın yan etkisiydi. Cevaplamamız gereken soru şu; şampiyonluk kazanarak, derbi kazanarak, kıytırık hazırlık maçlarını kazanarak rakip takım taraftarlarına name yapmak mı istiyoruz yoksa icabında bir kaç şampiyonluğu gözden çıkarıp, şampiyonluğu bir sistemin ve planın doğal sonucu olarak elde edecek kıvama gelip şampiyon olduktan sonra gerisinin gelmesini mi istiyoruz. Terim döneminde deplasmanda Sion'a dört attıktan sonra gelip bir de evimizde dört atmıştık, Sion hocası; ilk maçın tesadüf olduğunu düşünüp üzülüyordum ama burada bir kez daha bu takımla oynayınca bir tesadüf sonucu değil de büyük ve bizden üstün bir takıma yenildiğimizi anladım. Rijkaard'ın takımın başında olması bu yüzden anlamlıdır. Çıkılan yol doğrudur. Geçen bir sene de olumlu izler bırakmıştır.


Galatasaray gerekli transferleri yaptığı, tamamladığı zaman Rijkaard'ın sistemi dahilinde ideal bir takımla sahaya çıkacak ve hedeflenen yere yaklaşacak. Topu ayağında tutmayı hedefleyen bir sistemi oturtmak zaman alır. O sistemde var olacak, oynayacak oyuncuların kalitesi üst düzey olmalıdır. İlk senesinde Neill liderliğinde takım savunmasının kalitesini arttıran ve Elano merkezli bir dizilişle topu ve oyunu kontrol altında tutabileceğini gösteren Rijkaard, bu sene daha başarılı olacaktır. Cana gibi isabetli transferlerin sayısı artarsa en azından kallström yahut benzer bir oyuncu takıma eklenirse güzel günler yakın. Enseyi karartmayın.










































Monday, July 19, 2010

Kewell From Galatasaray


Kewell'a duyulan sevgi, insanların yanlış bir izlenime kapılmasını sağlıyor. Örnek bir sporcu, düzgün bir insan, ideal bir takım oyuncusu, yeniden şarkılar söyletiyor olması, turuncu forma... Bunların her birinin altına Cemal Süreya'nın eşsiz dizesini yazabiliriz; keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


Oysa Kewell, uzaktan görünce ilk bakışta aşka iman ettiren yakından tanıyınca sadece güzellikten ibaret kızlar gibi değil. Kariyerinin ilk yıllarında olduğu kadar büyüleyici bir saha içi performansı olmasa da, hoş zaten o derece parlak bir kariyer başlangıcı nadiren görülür, Galatasaray adına iyi performans gösteren bir oyuncu olduğu gerçeği orada duruyor. Gerek istatistik olarak gerek istatistiklere yansımayan artılarıyla Kewell büyü yapmaya devam ediyor.


Mesela şunu düşünün; Galatasaray, son yıllarda hakemlere topluca itiraz şenlikleri düzenliyordu. Dünyada kart hareketi yapılmasının kartla cezalandırılmasına ihtiyaç duyulması Galatasaray maçlarından sonra ortaya çıkmış olabilir. Neredeyse bir gelenek haline gelen o günleri düşünün. Takım kötü olduğu zaman göze batan hareketleri... Kewell sonrası hakeme itirazları düşünün. Sabri ile rakibinin boyunu gülerek hakeme işaret etmesi. Bizim çocuk şuncacık boyuyla sizin çocuğu nasıl dövsün hareketi. Takımın itiraz konusunda bayrak adamı olan Sabri'nin saha içi performansını yükseltmesinin sebeplerinden biri de, sadece oyuna konsantre olmasıydı. Rijkaard'ın mutlaka katkısı vardır ama takımdaki abi figürlerinin yerini Kewell modelinin alması da mutlaka Sabri'yi etkilemiştir.


Galatasaray değişiyor. Sabri'yi kariyerinin ilk yıllarında bu derece agresif yapan temel unsur saha içindeki tercihleri yüzünden takım abileri tarafından yine saha içinde azarlanmasıydı. Bir nevi alt devre muamelesi gören Sabri, devreciliğin kalkmasına birden adapte olamadı ve zaman kaybetti. Sabri'nin performansını önemsiyorum ve değerli buluyorum zira bir gerçek var; geçen sezon öncesi en çok transfer istenen pozisyon sağ bek pozisyonu iken bu sezon öncesi böyle bir transfer kimsenin aklına dahi gelmedi. Uğur Uçar'ın transferi doğal karşılandı. Takımdaki türk oyuncuların oyuna konsantre olması çok önemli. Hakeme itiraz etmek, rakiple uğraşmak yerine sadece futbolu düşünmek, futbola odaklanmak takım başarısı için elzemdir. Geçen sene sonunda Fenerbahçe takım halinde itiraz etme alışkanlığı yüzünden şampiyon olmasına mani olan golü yedi. Lucas Neill, Harry Kewell, Lorik Cana gibi doğuştan lider vasfına sahip oyuncuların varlığı takımın oyuna odaklanması konusunda önemli artı değerdir.



Kewell, Galatasaray'ın taktik dizilişinde yeri olan ve ihtiyaç duyulan bir adam. Geçen sene ligin ilk yarısı itibariyle takımın performans olarak en değerli oyuncularından biri konumundaydı. Galatasaray'ın oynadığı bir 4-3-3 versiyonu olan 4-2-3-1 dizilişinin sol tarafında oynayacak ideal oyuncu özelliklerine sahip. Takım sağdan yüklenirken soldan ceza sahasına girip forveti ikilemesi, belirli bir taktik disiplin dahilinde kendinden bekleneni vermesi, icap ettiği zaman öndeki tek forvet rolünü oynayabilmesi... Bu sene de aynı taktikle oynayacağımızı varsayıyorum; sol taraf için ilk tercih de olabilir rotasyon için ideal bir yedek de olabilir. Orta sahaya Cana'nın yanına bir adam daha almak, Elano'yu öndeki üçlünün ortasında ya da sağında kullanmak anlamına geleceği için; Elano-Arda-Pino-Kewell dörtlüsünden üçü arasında tercih yapılacağını, Serdar Özkan, Emre Çolak gibi oyuncuların da burayı zorlaması rekabeti, rekabet de başarıyı getirir.


Kewell hem saha içinde ve saha dışında takım içinde bulunması gereken bir figür hem Galatasaray'ın oyuna anlayışına uygun bir oyuncu hem de oynadığı zaman iyi performans gösteren bir futbolcu.
Kariyeri boyunca izlemekten keyif aldığım, takımımın formasını giymesinden mutlu olduğum, formasının hakkını vererek oynadığına inandığım, sağlam olduğu zaman iyi performans gösteren bir oyuncunun bir sene daha Galatasaray forması giyecek olmasından ötürü çok mutluyum.

Wednesday, July 14, 2010

Ömer Aşık, İlk Adımı Doğru Yerde Atıyor.


Çaylak bir NBA oyuncusu için en önemli husus, lige adımını attığı takımdır. Takımın güçlü ya da güçsüz olmasından ziyade giden oyuncuya uygun bir yapıda olup olmadığı, giden oyuncunun pozisyonunda bulunan oyuncuların kalitesi gibi faktörler çaylağın lige adaptasyon süresini belirler. Misalen; Ersan İlyasova'nın ilk geldiği Bucks kadrosuyla ikinci geldiği Bucks kadrosu arasındaki fark, kendini gösterecek kadar süre almasına sebep oldu.


Ömer Aşık iyi bir NBA oyuncusu olacak potansiyele sahip. Savunma konusunda; vücudu, kolları, sezgisi, sabrı ile çok etkili olabilir. Sabır bir savunmacı için pek üzerinde durulmayan lakin temel bir faktördür. Blok yapma sevdasına kapılmadan, top çalma heyecanına yenilmeden savunma yapabilmek bir çeşit ustalıktır. Savunmacı, pozisyonunu kaybetmediği sürece başarılı olabilir. Ömer Aşık, uzunlarda pek rastlamadığımız bir özelliğe sahip. Blok yapabilmek için pozisyonunu kaybetme riskine girmeyen, doğru pozisyon alabilen değerli bir uzun. Vücudunun üst bölümü gelişme gösteriyor ama daha gelişmesi gerek. NBA temposunda ve ağırlığında idmanlar yaptıktan sonra zaman içinde olması gereken seviyeye gelecektir. Basketbol zekasının yüksek olması, rakip hücumu okuyabilen bir savunma sezgisine sahip olması, uzun kolları ve yüksek oyun konsantrasyonu Ömer'i değerli kılan özellikleri.


Ömer'in hücumu, savunması kadar övgüye mazhar olacak seviyede değil. Sırtı dönük oyunu istenen seviyenin çok uzağında. Artısı, rakip potaya bir pivot için çok hızlı gidiyor olması. İkili oyun sırasında da potaya iyi devriliyor.


Şimdi başa dönüyoruz; doğru takımın bir çaylak için anlam ve önemine. Ömer Aşık kendisi için en uygun takımlardan birine gidiyor. Yedeği olacağı Noah'ın önemli özellikleri; iyi reb alması, savunmada çok enerji harcaması, hücumda kısıtlı olması, takipçi olması, fast break sırasında rakip potaya hızlı gitmesi. Ömer, bunların tamamını iyi yapan, bu özellikleriyle ön plana çıkan bir oyuncu. Noah yerine oyuna dahil olacak ve O'nun yaptıklarını yapmaya devam edecek. Bulls'un Ömer'den beklediği kendi oyununa devam edip, NBA seviyesine çıkartması. Euroleague seviyesinde dahi korkulan bir pivot olan Ömer'in NBA seviyesinde de zamanla belirli bir noktaya geleceğini görmeyi umuyorum. İlk adımı doğru yerde atıyor olması büyük avantaj.


Bir zamanlar, doksanlı yıllarda, Bulls tüm dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de en popüler kulüptü... Jordan, Pippen, Rodman, Boğa amblemi... Şimdi bizden biri de o formayı giyecek, o zamanlar hayal bile edilmezdi. Bir türk oyuncunun, 10-15 sene içinde Bulls forması giyeceği... Esasen bir Türk, Bulls forması giyene kadar bir yüzüğümüz, bir en çok gelişme kaydeden oyuncumuz bir NBA finali oynayan takımına liderlik yapan kaptanımız oldu, seneye de draftın bir numarası bizden olacak... Hey gidi...

Monday, July 12, 2010

Güneş Hidayet'i Çağırıyor


Hidayet'i tekrar gülerken görebileceğiz. Hidayet soğuk bir şehirde daha fazla yapamadı ve tekrar güneşe döndü. Artık nasıl hasretle güneşi özlediyse çöle gitmeye bile razı oldu.


Şaka bir yana Hidayet, Toronto kariyeri boyunca hem saha içindeki ball paylaşımından hem de yöneticilerin o'na karşı olan yaklaşımlarından memnun değildi. Takas edilmeyi kendi istedi. Bu noktada sene başında imzaladığı sağlam kontrat olmasa, Hidayet isteği dışında alakasız bir takıma gidebilir, ipler tamamen Toronto yönetiminin elinde olurdu. Oysa bu takası yaparken sözleşmesinden bir miktar feragat ettiğini öğrenmemiz Suns konusunda istekli olduğunu gösteriyor.


Nasıl olmasın? Suns oyun sistemi tam Hidayet'e göre. Herkese yetecek kadar ball var. Çok sayıda hücum yapan açık alanda top kullanan pasa dayalı bir takım Suns. Nash, boştaki adama pas vermesiyle tanınır ve Hidayet gibi pas yeteneği bir oyuncuyla oynamaktan çok keyif alır. Daha önce de bir maçtan sonra Hidayet gibi bir oyuncuyla oynamak çok zevkli olur demişti. Çünkü Nash, Calderon gibi oyuncuların aksine topu sürekli elinde tutup, takımı sete oturtan bir oyun kurucu değil. Nash topu alır almaz hücuma kalkar ve en müsait durumdaki oyuncuyla topu buluşturur. Suns kadrosunda alakasız oyuncuların bile sağlam asist rakamları vardır zira top çok dolanır. Boris Diaw'ın NBA oyuncusu olması Nash ve Suns sistemi sayesindedir. Pas yeteneği olan bir uzun oyuncu olan Diaw bu sistemde kariyerinin en iyi zamanını geçirmiş ve iyi bir kontrat kapmıştı. Diaw ile Hedo'nun pas yeteneği, saha görüşü mukayese kabul etmez. Grant Hill'i dahi bu takımda değerli kılan pas organizasyonuna yaptığı katkıdır. Hal böyleyken Hidayet, kendisine yetecek ball bulabileceği ve oynamaktan keyif alabileceği bir takıma gelmiştir. Hidayet ve Nash ile aynı takımda oynayan uzunlar hayatlarının en iyi kontratını kapabilecekleri bir sene yaşayacaklar.


Şampiyonluk adayı bir takım değil Suns. En iyimser ihtimalle, playoff birinci turunda elenirler gibi duruyor. Fakat çok keyifli bir basketbol oynayacakları, Hidayet'in çok mutlu bir sene geçireceği kesin. Hidayet şampiyonluk adayı bir takıma gidemezdi zira o takımlar Hidayet'in ücretini karşılayamaz, karşılasalar bile Hidayet'in ön planda olduğu bir oyun olmaz.


Casillas'ın Aşkı





İspanya ilk maçını kaybedince suçlanacak birileri arandı. İlk maçını kaybeden takımın daha önce dünya şampiyonu olmadığını bilen medya hedef olarak kaleci casillas ve muhabir olan nişanlısını seçti. Casillas'ın koruduğu kalenin arkasında duran nişanlısının, Casillas'ın dikkatini dağıttını söylediler. Koskoca İspanya kaptanını liseli ergen yerine koydular. Sevdiği kız izlemeye gelince okul bahçesinde oynanan maçta heyecan yapan liseliler gibi...



Casillas bir yandan turnuvaya damgasını vururken bir yandan da 43 dakika gol yemeyerek ispanyol kaleciler arasında dünya kupası rekorunu kırdı. Hoş, bu kadar uzun oynayan bir İspanya pek görülmüş şey değildi. Dünya kupasını kaptan Casillas kaldırdı.



Maçtan sonra muhabir sevgilisi ile röportaj yapmaya başladı.



Sonra birden bütün o eleştirilerin doğru olduğunu gösteren bir hareket yaptı, sevdiği kadını öpmeye başladı. Bir yerde eleştiriler doğruymuş demek, Casillas; konsantrasyonunu kaybedecek kadar aşıkmış kadına... Dünyanın en iyi forvetleri ile teke tek kalırken soğukkanlılığını koruyan kaleci sevdiği kadını görünce dağılıyor demek. Mutlu sonla biten bir romantik komedi filmi gibi bir hikaye oldu.














Aman Maçın Önüne Geçme


Yardımcısının; dağ gibi adamı ne hale getirdiler bakışısından da anlaşıldığı üzere hakem iyi bir maç yönetmedi.
Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Hakemler aman evladım modelinde idare etmeye çalışınca maçlar çığırından çıkıyor lakin asıl suçlu hakemler değil.


Howard Webb kötü bir hakem olmadığı gibi dünya kupası finali verilmesini hakedecek kadar iyi bir hakem ama olmadı finali iyi yönetemedi. Sebebi çok açık; hakemleri baskı altına alanlar aslında oyuncular, teknik adamlar ya da taraftarlar değil kendi üst kurulları, futbolun patronları etki altına alıyor. Aman maçın önüne geçme parolasıyla; kırmızı kart göstermemek için elinden geleni yap, tartışmalı bir pozisyonsa penaltı verme. Webb kendi amirlerinin baskısıyla başa çıkamadı. İşin kötüsü biz bile duruma uyandığımız için futbolcular da bu durumu farkediyor ve sonuna kadar sömürüyorlar. Emre ile Van Bommel'in bu kadar maçı kartsız geçirmesi tesadüf olamayacağı gibi final maçında De Jong'un pozisyonunda kırmızı kart gösterememesi yahut Villa'ya yapılan müdahaleye japon hakem uyarısıyla kart göstreceği zaman çaktırmadan Heitinga'nın formasını bakıp bir süre sonra Heitinga'yı yanına çekip kart göstermesi... Hakemler aman sakin dedikçe futbolcular hakemin durumunu görüp coşuyorlar.
Dünya kupası sonunda herkes gereken dersi almalı; hakem kurulları, federasyonlar, fifa, uefa...

Y VİVA ESPANA




Madrid halkının 2010 yılında en büyük kabusu; Madrid il sınırları içinde sevinen Barcelonalı oyuncular görmekti. Şimdi sabırsızlıkla Barcelonalı oyuncuları Madrid'e bekliyorlar... beraber sevinmek için.

İspanya'nın bu kuşağı bir dünya kupası kazanmalıydı. On sene önce Fransa uzatmalarda Avrupa şampiyonu olurken o Fransız takımının kupayı kazanması gerekiyord, Tarihte hakettikleri şekilde yer almak için. Şimdi bir ülke daha duble yaptı. İspanya EURO 2008 yanına 2010 dünya kupasını ekledi. bu takım tarihte böyle yer almayı hakediyordu.

Kaptan İker Casillas, her tura haliyle turnuvaya damgasını vurdu. Paraguay maçında penaltı kurtardı, Almanya maçında Kross'un gollük şutunu çıkardı, finalde de Robben ile iki kere karşı karşıya kaldı; birinde ayağı ile çıkardı birinde Robben'in ayaklarından topu aldı. 7-8 sene önce Gerard Houiler Liverpool başındayken Liverpool sezona kötü başlamıştı. Kötü başlamasının sebebi; kaleci Sander Westerveld'in çok hatalı goller yemesiydi. Houlier çıkıp açıklama yaptı; bir takımın başarılı olabilmesi için her oyuncunun belirli bir kalite ve performans göstermesi gerekir, biri yeterli değilse takım, makine aksar, dağılır. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Westerveld takımdan ayrıldı. Casillas, en iyi oyunculara sahip takımın bir kalecisi olacak kadar iyi bir kaleci. Xavi, Puyol, Villa ne kadar önemli oyuncularsa Casillas da o kadar önemli. Her pozisyonda aynı kaliteye sahip olmak kupayı getiren temel faktör oldu.


Dünya kupasını kazanmak istiyorsanız bir adet, çabuk, hızlı, sert, pozisyon bilgisi yüksek ve liderlik özelliği olan savunmacınız olması lazım. Cannavaro'yu tarif ediyorum gibi oldu ama Puyol da hücum oynayan bir takımın Cannavaro'su olmayı başardı. Sağ bek olarak başladığı kariyerini nicedir göbekte sürdürüyor ve dünyanın en iyi savunmacısı seçilmesi normal olur.


Takımın sağ beki ile sağ açığı aynı adam, tek başına total futbol oynuyor işte Sergio Ramos. Maicon ile karşılarılması kaçınılmaz ama bu maç şunu gösterdi. Kuyt, Maicon'un hücum yapmasını engelleyebilmişti. Sergio Ramos'u durduramadı.


Xavi-İniesta ikilisinin oluşturduğu orta sahanın hem şampiyonlar ligini hem dünya kupasını domine etmesi ile şu durum iyice açığa çıktı; futbolda artık orta sahan kadar konuşabilirsin. Elinde Messi olsa kar etmez, orta sahan rakip orta sahaya üstünlük kuramıyorsa, topun sahibi olamıyorsa senden bir numara olmaz. Bu ikili; üç senedir uluslararası büyük bir kupa alarak yılı kapatıyor.

David Villa, sol açık oynarken daha çok gol attı. Sırtı dönü... Bu turnuva boyunca yaptıkları, Barcelona ile yapacakları konusunda bir fragman gibiydi.


2010 finalindeki Hollanda, The Godfather üç gibiydi, keşke hiç çekilmeseydi, finale yükselmeseydi. Tekme atarak rakip durdurmaya çalışan ve hakemin lütfu ile sahada oyuncuları kalabilen bir Hollanda görmek çok acıydı. The Godfather niyetine 1974-1978 takımı, The Godfather 2 niyetine 1988 takımı derken böyle bir üç olmadı, ne film için olmadı ne Hollanda için olmadı.




İspanya hakettiği kupayı aldı.


Sunday, July 11, 2010

Miami Heat; Şampiyonluk Ateşi Sönüyor


Lebron James yüzük isteği yüzünden erken yaşta Miami'ye göç etti, üç yıldızın beraber oynamasının şampiyonluk kazandıracağını düşünerek bu yola girdi, pek çok basketbolsever de bu minvalde düşünüyor. Peki, NBA şampiyonluğu için üç yıldızın bir araya gelmesi yeterli mi? Bu üç yıldızın birbirini tamamlaması gerekir mi? Birbirini tamamlamayan üç yıldızdan bir hayır gelir mi? Hücumuyla öne çıkan üç yıldız bir arada ne yapabilir? Savunma yapmadan NBA şampiyonluğu kazanılır mı?


Şu konuda anlaşalım; bu üç oyuncu da aslında iyi savunmacılar değil. En iyi savunma beşlerine falan seçilmeleri hikaye, Lebron ve Wade bölüm bölüm iyi savunma yapıyorlar ama maç boyunca savunmaya odaklanmadıklarını biliyoruz. Enerjilerini hücuma saklayan savunmayı daha çok pas arası yapayım top çalıp smaç vurayım yahut geriden gelip topu panyaya yapıştırayım gazıyla yapan oyuncular. Bosh ise gelin itiraf edelim felaket bir savunmacı. Takımlarının hücumunu domine eden, topu elinde isteyen ve hücum güçleriyle öne çıkan oyuncular. Top paylaşmayı geçtim, hepsinin yüzük için fedakarlık edeceğini kabul ediyorum, peki savunmayı kim yapacak?


Boston şampiyon olurken big three oluşturdu doğrudur, üstelik pozisyon olarak bu yeni nesil big three ile aynı pozisyonda oynayan oyunculardan oluşan bir big three. Garnet hücumdaki toplarından feragat edip savunma liderliğini eline aldı. Takım savunmasının merkezinde yer aldı. Ray Allen, hücumda Paul Pierce arkasından ikinci opsiyon olmayı kabul etti, Paul Pierce takımın bir numaralı hücum gücü olduğu ve finallerin en değerli oyuncusu seçildiği halde asla bir adım öne çıkıp bu benim takımım olayına girmedi.


Boston'u geçtim, son iki sezon şampiyon olan Lakers kadrosuna dikkatli bakarsanız final, playoff zamanı oluşan bir big three görürsünüz. Orlando karşısında Ariza'nın performansını bir kenara atılacak, unutulacak cinsten değildi. Kobe-Gasol ikilisi ile iç-dış dengesini sağlayan Lakers, Ariza'nın savunma performansı ve üçlükleriyle seriyi erken bitirdi. Takımın süper yıldızı olan Kobe, her zaman birinci opsiyon olurken, Gasol tamamlayıcı parça rolünü kabul etti ve bu role uygun davrandı. Bu sene şampiyon olan Lakers'a bakalım. Kobe-Gasol-Artest üçlüsüne hayır bunlar big three değil diyebilir misiniz? Artest'in savunma katkısını görmemezlikten gelip yolunuza devam edebilir misiniz? Bakın yine 2-3-4 numaraların oluşturduğu bir big three. Fakat sağlam bir görev dağılımı var. Herkes rolünü biliyor, rolünün gereklerini yerine getiriyor.


Wade-Lebron-Bosh üçlüsünde rol dağılımı nasıl olacak? Hadi topu dağıttık diyelim. Nerede bu beşin, Garnet-Artest-Ariza-Rodman rolündeki oyuncusu. Hangisi Pippen, Allen, Gasol olmayı kabul edecek? Bu üçünden çok iyi bir hücum takımı olur, uyumlu hücum edemeseler bile topu alan işi bitirir de savunma yapmadan normal sezon maçı kazanılır, playoff kazanılmaz.


Bosh'un yanına ikisinden hangisi gelse geldikleri takım, üçünün bir araya geldiği takımdan daha büyük bir şampiyonluk adayı olur.


Miami mutlaka oyucular alacak, takviye yapacak ama kalan bütçeleriyle savunma uzmanı bir gard ve ortayı iyi kapayacak bir pivot bulmaları çok zor. Bulsalar dahi bu üçlünün aralarında görev dağılımı yapmaları lazım.


Normal sezonda ortalığı dağıtırlar, playoff zamanı şampiyon olamazlar. Birbirini tamamlayan oyuncular değiller. Gelecek sezonun ortasında da en az biri takas olur.



Friday, July 9, 2010

GUTİ


Bir Real Madrid efsanesi.


Dünyanın neresinde olursa olsun bir futbolsever geçtiğimiz sezonu düşünerek gözlerini kapasa, tuttuğu takımın yaşattığı heyecanları bir kenara bıraksa sadece ama sadece futbolu düşünse aklına ne gelir? Evet tamam, ilk aklına gelen İsim Messi olur. Messi'nin geçirdiği harika sezon... eyvallah.


Messi'yi bir kenara bırakırsak geçen sene itibariyle dünyada futbol severleri heyecanlandıran, büyüleyen üç hareket oldu. Anlata anlata bitirilemeyecek cinsten üç hareket... Zlatan İbrahimoviç'in sırtıyla Messi'ye verdiği pas, Didier Drogba'nın Stoke maçında topuğuyla yaptığı kontrol, Guti'nin Deportivo maçında kaleciyle karşı karşıya kaldığı sırada Benzema'ya verdiği pas...


Şimdi bu listeden biri geliyor, İstanbul'a bir futbol sanatçısı geliyor, İstanbul 2010 avrupa kültür başkenti kapsamında transfer yapıldı denilse yeridir. Öyle değişik, öyle özel bir adam. Futbol zekası, top tekniği, oyunu okuyuşu eşsiz.


Yaşı bir ehemmiyet arzetmiyor zira Guti gibi oyuncuların, gibi dediğime bakmayın üç beş tanedir hepi topu, performansları yaşlarıyla ilintili değildir. Oyunları; fizik güç, kondüsyon, atletik yetenekler gibi yaş ile değişen özelliklere bağlı değildir. Futbol oynama iştahlarını korumaları elzemdir, Guti'nin canı futbol oynamak istiyorsa, isterse muazzam performans gösterir.


Hem neden oynamak istemesin? İnönü'de ölüyü diriltecek bir futbol seyircisi, Beşiktaş taraftarı var. Üstelik onlar da yıllardır, Sergen Yalçın'dan beri, böyle bir futbol ustasının hasretini çekiyorlar.


Varlığı, bir futbol maçını izlemek için yeterli sebeptir.




KOBE-LEBRON KIYASLAMASI SONA ERDİ.



İki oyuncuyu kıyaslamanın en kolay yolu; playoff performanslarına ve seçimlerine bakmaktır.
Lebron James'in yaptığı seçimin doğal sonuçlarından biri de; Kobe ile kıyaslanmasının sona ermesi. Tam olarak aynı devrin oyuncusu olmayan iki oyuncunun sağlıklı şekilde kıyaslanabilmesi için kariyerlerinin sona ermesi gerektiğini düşünürüm fakat James'in seçimi, o kadar beklememizi anlamsız kılıyor zira seneye finali Miami Heat ile Lakers oynarsa finalin sunumu; Kobe vs James olmayacak, Kobe vs Big Three olacak. Artık James'in takımı diye bir şey kalmadığına ve oynadığı takımın başarılarında aslan payı o'na verilmeyeceğine göre bu kıyaslamanın hesabı kesilmeli, vakit gelmiş.

Kobe Bryant eskiden görece daha az sevilen bir oyuncuydu. O'neal ile beraber kazandıkları üç şampiyonluk zamanında insanlar Kobe'yi pek sevmiyordu. Kobe'nin karakteri, insanlara bakışı, siz O'neal olmasa şampiyon olamayacağımı düşünüyorsunuz ama o da ben olmasam şampiyonluk kazanmazdı havasını vermesi, kibiri, gururu, egosu... O'neal'in yanında Carter, T-mac, İverson gibi devrin yıldızlarından hangisi Kobe'nin yerinde olursa olsun yine Lakers'ın şampiyon olacağı düşünülüyordu. Şampiyonluğu kazandıran asıl oyuncu Kobe dahil herkesin bildiği gibi O'neal idi. Bu inanış doğruydu lakin Kobe'ye zaman zaman biraz haksızlık da edilmiyor değildi. Lakers üç şampiyonluk kazanırken en çok zorlandığı an; Portland karşısında elenmek üzere olduğu andı. Hanedan ilk şampiyonluğu kazandığı, Portland karşısında yedinci maçta son çeyrek içinde 15 sayı geriye düştükleri zaman Kobe, sahne aldı maçı, turu ve Lakers tarihini değiştiren bir performans sergiledi. Elbette aslan payı hala O'neal'e aitti lakin Kobe başkasının gölgesi altında yaşayabilecek insanlardan biri değildi.

Kobe, O'neal ile arıza çıkarmasa, şu adam ile beraber oynamaya devam etsem parmaklarım yüzükten geçilmez, köprüyü geçene eyvallah der dünyalığımı yapar, şampiyonluğa doyarım dese O'neal takımdan ayrılmaz ve beraber bir-iki şampiyonluk daha kazanırlardı. Kobe, O'neal dahil kimseye yancı olmak istemediği için, başrol olmak istediği için, bir efsane olmaya giden yolun bir takımı şampiyon yapan temel adam olmaktan geçtiğini bildiği için yüzük yerine başarısız olmak pahasına arıza çıkardı. Oynadığı takım şampiyon olacaksa finallerin en değerli oyuncusu tereddütsüz bir şekilde kendisi olmalıydı.

Bu yolda çok acılar çekti, felaket oyuncularla aynı takımda oynamak zorunda kaldı. Üstelik takımdan ayrılan O'neal bir yüzük daha almıştı. Kobe seneler içinde bireysel ödülleri heybesine doldurdu. MVP oldu, 81 sayı attı... Nihayetinde yanına yardımcı bir adam olan Gasol'un gelmesiyle beraber ( yardımcı şart; Batman-Robin, Jordan-Pippen, Superman- Clark Kent ) tekrar şampiyoluk yoluna girildi. Kobe ile Lakers bu süre zarfında üç kere final oynayıp iki kere şampiyon olurken finallerin MVP'si elbette Kobe idi. Kobe'nin son kazandığı şampiyonluktan sonra artık O'neal'den bir fazla yüzüğüm var demesi latife elbet lakin bir geçmişe, Kobe'nin seçimine de bir gönderme var.






Bu noktada Jordan vs Kobe kıyaslamasının da Boston karşısında kaybettikleri finalle beraber sona erdiğini düşünüyordum. Mesele sadece kaybetmeleri değildi Kobe, Jordan'ın kazanmak için tanrı modunda oynadığı söylenen salonda Kaan Kural'ın deyimiyle Vujajic gibi oynamıştı. Jordan, hiçbir finali kaybetmedi, kaybetmediği gibi bu şekilde de bir performans düşüklüğü yaşamadı. Fakat James'in yaptığı seçim sonucunda Kobe çıkar ve three amigos'u yenerse; Jordan vs Kobe kıyaslaması en azından gösterdikleri performans açısından tekrar masaya yatırılabilir hale gelir. Dosya arşivden çıkar.

Lebron James, böyle bir seçim yapmamış olsaydı; James vs Kobe kıyaslamasında gelinen noktayı incelemek için Boston'a gitmek yeterli olacaktı. Geçen sene playoff zamanı Boston savunması iki süper yıldızı da test ederek bir çeşit terazi görevi gördü. Lebron James, Boston karşısında istatistiklere bakılınca iyi bir seri geçirmiş gibi gözükse de sahaya bakılınca bir adım ileri çıkmayan hatta daha doğru bir ifadeyle bir adım adım geri atan bir adam gördük. Sert Boston savunması karşısında yıldı ve kendi oyununun dışına çıktı. Dirsek sakatlığının bu durumu etkilediği söylenebilir lakin büyük yıldızlar kazanmak için oynarken, acıya ve baskıya karşı dayanıklı oldukları için yaz zamanı yapılacak kontrattan ziyade yüzüğe odaklandıkları için büyük yıldız olarak anılırlar.

Lebron James, Miami Heat forması giymeyi tercih ederek bir seçim yapmış oldu. Seçim yapmak demek bir şeyi başka şeylere tercih etmek demektir. Bu yüzden her seçim bir kaybediştir. Lebron James, iki süper yıldıza yancı olarak three amigos müessesini seçti ve tek başına bir efsane olma şansını, tüm zamanların en iyisi olarak anılma fırsatını kaybetti. Elbette tarih boyunca başka zamanlarda da üç süper yıldızın bir araya gelmeyi tercih ettiği zamanlar oldu, olmadı değil. Rockets forması altında yüzük için birleşen; Hakeem, Barkley, Drexler üçlüsü gibi yahut Boston forması altında yüzük için birleşen; Allen, Garnett, Pierce gibi. Bu birleşmelerin özelliği; bizden geçiyor kariyerimiz son baharına giriyor gitmeden bir yüzük kazanalım türünde birleşmeler olmasıydı. NBA organizasyonunda bu tür birleşmelerin anlamı; ben bu yolda gidemiyorum kardeş bir el atın demektir, böyle erken yaşta bir birleşme çabuk pesetme anlamına da gelir.

İki oyuncunun seçimleri ortada. Kobe, O'neal gölgesinde daha fazla kazanmak yerine kendi başına yüzük kazanma yolunu seçti. James, kendi başına yüzük kazanmak yerine big three olayına girdi. Kobe, playoff zamanı büyürken Lebron James, küçülüyor.






Bu kıyaslama sona ermiştir.






JAMES ARTIK KRAL DEĞİL BİR SİLAHŞÖR


O lakabın değişmesi gerek artık. King diye çağırdığın adam, bulunduğu şehrin, organizasyonun, takımın lideri, bir numaralı adamı, kralı olur. İki süper yıldıza yancı olarak gitmesi demek artık kral değil üç silahşörlerden biri olması demektir. Miami'ye gideceğine dair dedikoduların ayyuka çıkmasına rağmen bir türlü ihtimal vermek istemiyordum zira bu seviyede adamların böyle erken bir yaşta; şampiyonluk oluşturmak için big three olayına girmelerini pek aklım almıyordu. Dört olası takımdan en az ihtimal verdiğim takıma gitti. Böyle erken bir yaşta üç yıldızın aynı takımda buluşması olacak iş değil.


Elbet biri ister istemez önce çıkacak, o kim olacak? bunu geçtim takımın geri kalanına nasıl para verilecek? Bunu da geçtim şampiyon olamazlarsa sağlam patlamış olmayacaklar mı?


Bu habere en çok sevinen isim, şu an ligin tek gerçek kralı olan isim; Kobe Bryant. Çaptan düşmeden, yaşlanmadan şunları dünya gözüyle bir tokatlıyayım diye haziranı beklemeye başlamıştır. İşte James ile Kobe'nin farkı da bu. Kobe kariyeri boyunca sadece zamanının yıldızlarıyla yarışmadı aynı zamanda tüm zamanların en iyisiyle yarışmaya çalıştı, O şekilde çalıştı, o şekilde hareket etti. James ise başarılı olmak için zamanının en iyileriyle aynı gemiye binmeyi seçerek tüm zamanların en iyileriyle yarışma şansını kafadan kaybediyor.


Miami şampiyon olsa; e normal denecek, olmasa üç süper yıldız tefe konacak. Büyük bir risk.
Kobe; rekabetle, meydan okumayla yaşayan bir adam. Kendi devri yetmedi tüm zamanların en iyisiyle kapışmaya çalıştı Şimdi alt devreler yancı olmuş ligin kralının karşısına çıkmaya çalışıyor. Kobe için nefis, bulunmaz bir fırsat.


Thursday, July 8, 2010

ARANILAN ÖN LİBERO BULUNDU; LORİK CANA

Resmi sitede transfer haberi yer alana kadar doğruluğuna inanamadım. Çok iyi bir transfer olduğu kesin.

Hani halı sahalarda göbekli kel elemanlar vardır. Forvet oynarlar ve oynadıkları yerden kımıldamayıp bütün takıma emir yağdırırlar. Koş, vur, şahsi oynama diye takımı idare ederler. Şimdi bu adamın yerine Lorik Cana'yı koyun. Lorik Cana bu modelin, söylediklerini yapan ve doğru taktik veren versiyonudur. Sürekli talimat yağdırır ama kendisi de herkesten daha fazla koşar ve takım için mücadele eder, söylediği şeyler de takımın selameti açısından doğru olan şeylerdir.

Bir defa zeki bir oyuncu, pozisyon almayı çok iyi biliyor. Bazı önliberolar vardır hani top ayaklarındayken ellerini açarak koşan, doğru yerde durmayı bilmediği için haybeye fazla koşan... Cana doğru yerde durur ve takımı idare eder. Sert bir oyuncu olduğunu söylemeye lüzum yok, malum. Mücadele gücü yüksek, gözünü budaktan sakınmayan modern bir rambo yusuf diyelim.

Saha içinde takım arkadaşlarıyla yakından ilgilenir, Münir Özkul şefkatiyle yaklaşıp onlara yardımcı olur.

Top ayağındayken basit oynar, temiz oynar.

Galatasaray doğru yere doğru bir adam aldı. Bu kalibrede bir oyuncu için yıllık 2 milyon euro, bonservis olarak verilen 4.5 milyon euro gayet makul rakamlar.

LEBRON JAMES NEREYE GİDECEK?


Sophie'nin seçimi kadar mühim bir seçim olamaz elbet lakin Lost'un finali kadar merak uyandırdığı, ilgi çektiği de bir gerçek. Ben diyim üç siz diyin dört senedir bu seçim merak ediliyor. Cevabı bu gece belli olacak. James'in aslında black smoke olduğunu öğrenmeye saatler kala seçenekler dörde inmiş gibi gözüküyor. Yapacağı seçim yalnızca bir takımın değil bir ligin kaderini de etkileyebilir. Seçenekler üzerinden bir değerlendirme;


CLEVLAND CAVALİERS


Lebron James'e gidip sorun sende değil bende hesabı, sorun senin oyunculuğun değil bu takımın üzerinde bir şanssızlık var, ejderha olsan farketmez şampiyon olamazsın desek haksız sayılmayız. Çocuk yaşında susam sokağı izleme konusunda ısrarcı olmayıp Jordan'ın "the shot" ını görseydi, burası konusunda başka fikirleri olurdu.


Olmadı... Lebron James her türlü bireysel başarıyı kazandı ama Cavs forması altında şampiyonluk kazanamadı. NBA yıldızının kaderidir bu, yüzüğün kadar konuşursun. Bu başarısızlık, James üzerine öyle ya da böyle bir loser etiketinin yapışmaya başlamasını sağladı. Bu durum hoşuna gitmiyor olmalı...


Cavs'ı seçerse seçme sebebi; yarım bıraktığı işi tamamlamak, üzerindeki etiketi kaldırmak için. Cavs'ı şampiyon yapamadan ayrıldı dedirtmemek için. Başka herhangi bir takımla anlaşırsa alacağı para Cavs'tan alacağı paradan az olacak ama sanmıyorum o aradaki farka takılsın.


Cavs'ı seçmeme sebebi; yeter arkadaş sizinle mi terbiye olacağım demesi olabilir mesela... Bir türlü yanıma oynayacak doğru dürüst adam vermediniz, yüzüksüz yaşlanıp evde kalan kız ruh haline soktunuz, sizi baba sayıyla mı verdiler, ben büyük şehre gidip spotların altında yaşayacağım... diyebilir.


MİAMİ HEAT


Dedikodulara bakılırsa Miami'yi seçip Wade-Bosh ikilisine katılacak deniyor ama pek ihtimal vermiyorum. Olabilir elbet lakin bana çok mantıklı gelmiyor. Yüzük istiyor eyvallah da böyle bir seçim yüzük garantisi olmadığı gibi şampiyon olsalar dahi Jordan'ı geçtim Kobe ile de tarih önünde yarışamayacağı anlamına gelir. Varsayalım İsmail, Miami şampiyon olsun... mvp kim olacak, mvp olmayan bu duruma razı olacak mı? O tür bir şampiyonluk kazanılırsa o takım Lebron'ın takımı ( ya da Wade'in takımı ) olarak anılmayacak. Bu tür bir algı egosunu incitmez mi? Hem tüm zamanların en iyilerinden biri olmaya kasacaksın hem de şampiyonluklar senin adınla anılmayacak... Siz bakmayın imzalar öncesi Wade-Lebron arasında what's up bro muhabbetlerine büyük sporcuların egosu büyük olur... Böyle bir üçlü birleşimi en son yapan takım Celtics oldu ama orada şöyle bir durum vardı. Uzun yıllar leş kadrolarla loser olan üç süper yıldız yaşları daha fazla ilerlemeden bir araya gelme yolunu seçti, bir yüzük uğruna... Lebron böyle bir yolu seçer mi? aklım almıyor.


Bir de takım kimyası diye bir şey var nihayetinde, üç yıldız bu paraları alırsa geri kalanlar nasıl olacak? Hangisi daha az top kullanmaya razı olacak? Daha da önemlisi üçü birlikte geçirdikleri ilk yıl sonunda şampiyon olamazlarsa alacağı tepkileri göğüsleyebilirler mi? Lebron, bu riske girer mi? Hiç sanmıyorum.


CHİCAGO BULLS


Kağıt üzerinde Lebron James için en ideal takım. Etrafında Derrick Rose, Carloa Boozer, Joakim Noah gibi önemli oyuncular var. Amerika'nın büyük şehirleriden biri. Yüzük kazanma şansı var. Şampiyon olursa Lebron James'in takımı şampiyon oldu denilecek. İstediği parayı alabilecek. Bulls şu haliyle Lebron için biçilmiş kaftan da tek bir sorun var, işler kötü giderse tavandaki forma üzerine düşebilir ve o formanın altından kalkacak bir babayiğit yok.


Jordan'ın formasının gölgesi altında oynaması demek daha fazla baskı daha fazla sorumluluk demek.


NEW YORK KNİCKS


Doksanlı yıllarda Fenerbahçe taraftarı nasıl çile çektiyse ikibinli yıllarda da Knicks fanları öyle bir çile çekti. Bir gün olsun yüzleri gülmedi. Doksanlar yıllar boyunca da canları, Reggie, Hakeem, Duncan ve tabi Jordan gibi oyuncular tarafından çok yandı ama en azından arkasında duracakları sağlam bir takımları vardı. Sert savunma yapan, terinin son damlasına kadar mücadele eden, iki kere final oynayan sağlam bir takım. Acı dolu yılların sonunda sabrın sonu sabrina hesabı, çilekeş Knicks fanları Lebron James'i bekliyor. New York takımı da allah var bu sefer olabildiğince düzgün bir şekilde üç senedir buraya hazırlıyor kendini...


Üç senedir sorulan Lebron nereye gidecek sorusunun cevabı için bir numaralı favori her zaman Knicks olmuştu lakin 2010 yazı geldiği zaman favori pozisyonunu kaybetmiş gibi bir hava var. Amare ile imzalayıp Lebron'a bir mesaj vermiş olsalar da takımın geri kalanı sanki o kadar hazır değil gibi hatta şimdiden Carmelo dedikoduları Lebron dedikodularının önüne geçmiş durumda.


Madison Square Garden, özel bir yer. Deplasmana giden oyuncular bile en iyisini göstermeye çalışıyorlar. Seyircileri genel seyircilere göre farklı, olayın daha çok içindeler. Lebron burayı seçerse New York gibi önemli bir yerde en öne çıkan figür olacak. Orada yaparsan her yerde yaparsın sözü de cebinde üstelik. Orada şampiyon olursa kopacak yaygarayı düşünmek bile böyle yüksek egolu oyuncuları heyecanlandırmaya yetebilir.



Bana göre seçme ihtimaline göre takımlar şöyle sıralanıyor;


1- BULLS


2- KNİCKS


3- CAVS


4- HEAT

RAY ALLEN İKİ YIL DAHA CELTİCS YEŞİLİ GİYECEK


Ray Allen iki yıl daha Celtics yeşili ile sahaya çıkacak. İki yıl için 20 milyon dolar gibi bir para karşılığında anlaşma yapılmış. Böylelikle şampiyon Celtics kadrosu bir arada olmaya devam ediyor. Bırakma durumu olan koç Doc Rivers takımın başında kalmaya devam ediyor. Paul Pierce sözleşmesini yeniledi ve son olarak Ray Allen ile anlaşma sağlandı.


Bir gerçek var. Şampiyon Celtics beşi sağlam olduğu zaman şampiyonluk ile arasına kimse giremedi. Önceki sene KG'nin sakatlığı bu sene son iki maçıran Perkins olmasa Celtics, bu kadronun beraber oynadığı üç sene zarfında birden fazla yüzük kazanabilirdi. Kesin kazanırdı demek zor ama mesela son Lakers maçında Gasol karşısında Perkins'i gördüğü zaman oyunu o kadar domine edemezdi demek makul. Ha tabi bunu gören Kobe, maçı yine de alabilecek bir kapasiteye sahip ama mesele şu; Boston Celtics kadrosu kendine güveniyor ve güvenmeleri için de kendilerince haklı ve makul sebepleri var.


İlk beş konusunda bir şüphe yok. Bench katkısı önemli, Rondo yedeği ve pota altı takviyesi önemli. Haberlere göre Jermaine O'neal ile anlaşmaya çok yakınlar. Tam Celtics için uygun oyuncu. İyi savunma yapan, blok tehditi olan, oyuna girdiği zaman Celtics savunmasının sertliğini devam ettirecek bir adam. Rondo'ya bir alternatif ile tekrar şampiyonluk mücadelesi verilebilir.


Ray Allen, playoff zamanı Seattle günlerinden kalma bir performans sergiledi. Rondo dışında takıma en önemli katkıyı veren oyuncu oldu. Final serisinde peşpeşe gösterdiği iki performansla olumlu ve olumsuz anlamda tarih yazdı. Asıl büyük katkısını beklendiği yahut tahmin edildiği gibi hücumda yapmadı. Ligin ve dünyanın bir numaralı hücum gücü olan Kobe Bryant'ı süper savundu. Kobe, bu kadar savunulabilir. Sezon ortasında takas edilmesi bekleniyorken gösterdiği playoff performansı sayesinde bu kontratı aldı.