Friday, July 9, 2010

GUTİ


Bir Real Madrid efsanesi.


Dünyanın neresinde olursa olsun bir futbolsever geçtiğimiz sezonu düşünerek gözlerini kapasa, tuttuğu takımın yaşattığı heyecanları bir kenara bıraksa sadece ama sadece futbolu düşünse aklına ne gelir? Evet tamam, ilk aklına gelen İsim Messi olur. Messi'nin geçirdiği harika sezon... eyvallah.


Messi'yi bir kenara bırakırsak geçen sene itibariyle dünyada futbol severleri heyecanlandıran, büyüleyen üç hareket oldu. Anlata anlata bitirilemeyecek cinsten üç hareket... Zlatan İbrahimoviç'in sırtıyla Messi'ye verdiği pas, Didier Drogba'nın Stoke maçında topuğuyla yaptığı kontrol, Guti'nin Deportivo maçında kaleciyle karşı karşıya kaldığı sırada Benzema'ya verdiği pas...


Şimdi bu listeden biri geliyor, İstanbul'a bir futbol sanatçısı geliyor, İstanbul 2010 avrupa kültür başkenti kapsamında transfer yapıldı denilse yeridir. Öyle değişik, öyle özel bir adam. Futbol zekası, top tekniği, oyunu okuyuşu eşsiz.


Yaşı bir ehemmiyet arzetmiyor zira Guti gibi oyuncuların, gibi dediğime bakmayın üç beş tanedir hepi topu, performansları yaşlarıyla ilintili değildir. Oyunları; fizik güç, kondüsyon, atletik yetenekler gibi yaş ile değişen özelliklere bağlı değildir. Futbol oynama iştahlarını korumaları elzemdir, Guti'nin canı futbol oynamak istiyorsa, isterse muazzam performans gösterir.


Hem neden oynamak istemesin? İnönü'de ölüyü diriltecek bir futbol seyircisi, Beşiktaş taraftarı var. Üstelik onlar da yıllardır, Sergen Yalçın'dan beri, böyle bir futbol ustasının hasretini çekiyorlar.


Varlığı, bir futbol maçını izlemek için yeterli sebeptir.




KOBE-LEBRON KIYASLAMASI SONA ERDİ.



İki oyuncuyu kıyaslamanın en kolay yolu; playoff performanslarına ve seçimlerine bakmaktır.
Lebron James'in yaptığı seçimin doğal sonuçlarından biri de; Kobe ile kıyaslanmasının sona ermesi. Tam olarak aynı devrin oyuncusu olmayan iki oyuncunun sağlıklı şekilde kıyaslanabilmesi için kariyerlerinin sona ermesi gerektiğini düşünürüm fakat James'in seçimi, o kadar beklememizi anlamsız kılıyor zira seneye finali Miami Heat ile Lakers oynarsa finalin sunumu; Kobe vs James olmayacak, Kobe vs Big Three olacak. Artık James'in takımı diye bir şey kalmadığına ve oynadığı takımın başarılarında aslan payı o'na verilmeyeceğine göre bu kıyaslamanın hesabı kesilmeli, vakit gelmiş.

Kobe Bryant eskiden görece daha az sevilen bir oyuncuydu. O'neal ile beraber kazandıkları üç şampiyonluk zamanında insanlar Kobe'yi pek sevmiyordu. Kobe'nin karakteri, insanlara bakışı, siz O'neal olmasa şampiyon olamayacağımı düşünüyorsunuz ama o da ben olmasam şampiyonluk kazanmazdı havasını vermesi, kibiri, gururu, egosu... O'neal'in yanında Carter, T-mac, İverson gibi devrin yıldızlarından hangisi Kobe'nin yerinde olursa olsun yine Lakers'ın şampiyon olacağı düşünülüyordu. Şampiyonluğu kazandıran asıl oyuncu Kobe dahil herkesin bildiği gibi O'neal idi. Bu inanış doğruydu lakin Kobe'ye zaman zaman biraz haksızlık da edilmiyor değildi. Lakers üç şampiyonluk kazanırken en çok zorlandığı an; Portland karşısında elenmek üzere olduğu andı. Hanedan ilk şampiyonluğu kazandığı, Portland karşısında yedinci maçta son çeyrek içinde 15 sayı geriye düştükleri zaman Kobe, sahne aldı maçı, turu ve Lakers tarihini değiştiren bir performans sergiledi. Elbette aslan payı hala O'neal'e aitti lakin Kobe başkasının gölgesi altında yaşayabilecek insanlardan biri değildi.

Kobe, O'neal ile arıza çıkarmasa, şu adam ile beraber oynamaya devam etsem parmaklarım yüzükten geçilmez, köprüyü geçene eyvallah der dünyalığımı yapar, şampiyonluğa doyarım dese O'neal takımdan ayrılmaz ve beraber bir-iki şampiyonluk daha kazanırlardı. Kobe, O'neal dahil kimseye yancı olmak istemediği için, başrol olmak istediği için, bir efsane olmaya giden yolun bir takımı şampiyon yapan temel adam olmaktan geçtiğini bildiği için yüzük yerine başarısız olmak pahasına arıza çıkardı. Oynadığı takım şampiyon olacaksa finallerin en değerli oyuncusu tereddütsüz bir şekilde kendisi olmalıydı.

Bu yolda çok acılar çekti, felaket oyuncularla aynı takımda oynamak zorunda kaldı. Üstelik takımdan ayrılan O'neal bir yüzük daha almıştı. Kobe seneler içinde bireysel ödülleri heybesine doldurdu. MVP oldu, 81 sayı attı... Nihayetinde yanına yardımcı bir adam olan Gasol'un gelmesiyle beraber ( yardımcı şart; Batman-Robin, Jordan-Pippen, Superman- Clark Kent ) tekrar şampiyoluk yoluna girildi. Kobe ile Lakers bu süre zarfında üç kere final oynayıp iki kere şampiyon olurken finallerin MVP'si elbette Kobe idi. Kobe'nin son kazandığı şampiyonluktan sonra artık O'neal'den bir fazla yüzüğüm var demesi latife elbet lakin bir geçmişe, Kobe'nin seçimine de bir gönderme var.






Bu noktada Jordan vs Kobe kıyaslamasının da Boston karşısında kaybettikleri finalle beraber sona erdiğini düşünüyordum. Mesele sadece kaybetmeleri değildi Kobe, Jordan'ın kazanmak için tanrı modunda oynadığı söylenen salonda Kaan Kural'ın deyimiyle Vujajic gibi oynamıştı. Jordan, hiçbir finali kaybetmedi, kaybetmediği gibi bu şekilde de bir performans düşüklüğü yaşamadı. Fakat James'in yaptığı seçim sonucunda Kobe çıkar ve three amigos'u yenerse; Jordan vs Kobe kıyaslaması en azından gösterdikleri performans açısından tekrar masaya yatırılabilir hale gelir. Dosya arşivden çıkar.

Lebron James, böyle bir seçim yapmamış olsaydı; James vs Kobe kıyaslamasında gelinen noktayı incelemek için Boston'a gitmek yeterli olacaktı. Geçen sene playoff zamanı Boston savunması iki süper yıldızı da test ederek bir çeşit terazi görevi gördü. Lebron James, Boston karşısında istatistiklere bakılınca iyi bir seri geçirmiş gibi gözükse de sahaya bakılınca bir adım ileri çıkmayan hatta daha doğru bir ifadeyle bir adım adım geri atan bir adam gördük. Sert Boston savunması karşısında yıldı ve kendi oyununun dışına çıktı. Dirsek sakatlığının bu durumu etkilediği söylenebilir lakin büyük yıldızlar kazanmak için oynarken, acıya ve baskıya karşı dayanıklı oldukları için yaz zamanı yapılacak kontrattan ziyade yüzüğe odaklandıkları için büyük yıldız olarak anılırlar.

Lebron James, Miami Heat forması giymeyi tercih ederek bir seçim yapmış oldu. Seçim yapmak demek bir şeyi başka şeylere tercih etmek demektir. Bu yüzden her seçim bir kaybediştir. Lebron James, iki süper yıldıza yancı olarak three amigos müessesini seçti ve tek başına bir efsane olma şansını, tüm zamanların en iyisi olarak anılma fırsatını kaybetti. Elbette tarih boyunca başka zamanlarda da üç süper yıldızın bir araya gelmeyi tercih ettiği zamanlar oldu, olmadı değil. Rockets forması altında yüzük için birleşen; Hakeem, Barkley, Drexler üçlüsü gibi yahut Boston forması altında yüzük için birleşen; Allen, Garnett, Pierce gibi. Bu birleşmelerin özelliği; bizden geçiyor kariyerimiz son baharına giriyor gitmeden bir yüzük kazanalım türünde birleşmeler olmasıydı. NBA organizasyonunda bu tür birleşmelerin anlamı; ben bu yolda gidemiyorum kardeş bir el atın demektir, böyle erken yaşta bir birleşme çabuk pesetme anlamına da gelir.

İki oyuncunun seçimleri ortada. Kobe, O'neal gölgesinde daha fazla kazanmak yerine kendi başına yüzük kazanma yolunu seçti. James, kendi başına yüzük kazanmak yerine big three olayına girdi. Kobe, playoff zamanı büyürken Lebron James, küçülüyor.






Bu kıyaslama sona ermiştir.






JAMES ARTIK KRAL DEĞİL BİR SİLAHŞÖR


O lakabın değişmesi gerek artık. King diye çağırdığın adam, bulunduğu şehrin, organizasyonun, takımın lideri, bir numaralı adamı, kralı olur. İki süper yıldıza yancı olarak gitmesi demek artık kral değil üç silahşörlerden biri olması demektir. Miami'ye gideceğine dair dedikoduların ayyuka çıkmasına rağmen bir türlü ihtimal vermek istemiyordum zira bu seviyede adamların böyle erken bir yaşta; şampiyonluk oluşturmak için big three olayına girmelerini pek aklım almıyordu. Dört olası takımdan en az ihtimal verdiğim takıma gitti. Böyle erken bir yaşta üç yıldızın aynı takımda buluşması olacak iş değil.


Elbet biri ister istemez önce çıkacak, o kim olacak? bunu geçtim takımın geri kalanına nasıl para verilecek? Bunu da geçtim şampiyon olamazlarsa sağlam patlamış olmayacaklar mı?


Bu habere en çok sevinen isim, şu an ligin tek gerçek kralı olan isim; Kobe Bryant. Çaptan düşmeden, yaşlanmadan şunları dünya gözüyle bir tokatlıyayım diye haziranı beklemeye başlamıştır. İşte James ile Kobe'nin farkı da bu. Kobe kariyeri boyunca sadece zamanının yıldızlarıyla yarışmadı aynı zamanda tüm zamanların en iyisiyle yarışmaya çalıştı, O şekilde çalıştı, o şekilde hareket etti. James ise başarılı olmak için zamanının en iyileriyle aynı gemiye binmeyi seçerek tüm zamanların en iyileriyle yarışma şansını kafadan kaybediyor.


Miami şampiyon olsa; e normal denecek, olmasa üç süper yıldız tefe konacak. Büyük bir risk.
Kobe; rekabetle, meydan okumayla yaşayan bir adam. Kendi devri yetmedi tüm zamanların en iyisiyle kapışmaya çalıştı Şimdi alt devreler yancı olmuş ligin kralının karşısına çıkmaya çalışıyor. Kobe için nefis, bulunmaz bir fırsat.


Thursday, July 8, 2010

ARANILAN ÖN LİBERO BULUNDU; LORİK CANA

Resmi sitede transfer haberi yer alana kadar doğruluğuna inanamadım. Çok iyi bir transfer olduğu kesin.

Hani halı sahalarda göbekli kel elemanlar vardır. Forvet oynarlar ve oynadıkları yerden kımıldamayıp bütün takıma emir yağdırırlar. Koş, vur, şahsi oynama diye takımı idare ederler. Şimdi bu adamın yerine Lorik Cana'yı koyun. Lorik Cana bu modelin, söylediklerini yapan ve doğru taktik veren versiyonudur. Sürekli talimat yağdırır ama kendisi de herkesten daha fazla koşar ve takım için mücadele eder, söylediği şeyler de takımın selameti açısından doğru olan şeylerdir.

Bir defa zeki bir oyuncu, pozisyon almayı çok iyi biliyor. Bazı önliberolar vardır hani top ayaklarındayken ellerini açarak koşan, doğru yerde durmayı bilmediği için haybeye fazla koşan... Cana doğru yerde durur ve takımı idare eder. Sert bir oyuncu olduğunu söylemeye lüzum yok, malum. Mücadele gücü yüksek, gözünü budaktan sakınmayan modern bir rambo yusuf diyelim.

Saha içinde takım arkadaşlarıyla yakından ilgilenir, Münir Özkul şefkatiyle yaklaşıp onlara yardımcı olur.

Top ayağındayken basit oynar, temiz oynar.

Galatasaray doğru yere doğru bir adam aldı. Bu kalibrede bir oyuncu için yıllık 2 milyon euro, bonservis olarak verilen 4.5 milyon euro gayet makul rakamlar.

LEBRON JAMES NEREYE GİDECEK?


Sophie'nin seçimi kadar mühim bir seçim olamaz elbet lakin Lost'un finali kadar merak uyandırdığı, ilgi çektiği de bir gerçek. Ben diyim üç siz diyin dört senedir bu seçim merak ediliyor. Cevabı bu gece belli olacak. James'in aslında black smoke olduğunu öğrenmeye saatler kala seçenekler dörde inmiş gibi gözüküyor. Yapacağı seçim yalnızca bir takımın değil bir ligin kaderini de etkileyebilir. Seçenekler üzerinden bir değerlendirme;


CLEVLAND CAVALİERS


Lebron James'e gidip sorun sende değil bende hesabı, sorun senin oyunculuğun değil bu takımın üzerinde bir şanssızlık var, ejderha olsan farketmez şampiyon olamazsın desek haksız sayılmayız. Çocuk yaşında susam sokağı izleme konusunda ısrarcı olmayıp Jordan'ın "the shot" ını görseydi, burası konusunda başka fikirleri olurdu.


Olmadı... Lebron James her türlü bireysel başarıyı kazandı ama Cavs forması altında şampiyonluk kazanamadı. NBA yıldızının kaderidir bu, yüzüğün kadar konuşursun. Bu başarısızlık, James üzerine öyle ya da böyle bir loser etiketinin yapışmaya başlamasını sağladı. Bu durum hoşuna gitmiyor olmalı...


Cavs'ı seçerse seçme sebebi; yarım bıraktığı işi tamamlamak, üzerindeki etiketi kaldırmak için. Cavs'ı şampiyon yapamadan ayrıldı dedirtmemek için. Başka herhangi bir takımla anlaşırsa alacağı para Cavs'tan alacağı paradan az olacak ama sanmıyorum o aradaki farka takılsın.


Cavs'ı seçmeme sebebi; yeter arkadaş sizinle mi terbiye olacağım demesi olabilir mesela... Bir türlü yanıma oynayacak doğru dürüst adam vermediniz, yüzüksüz yaşlanıp evde kalan kız ruh haline soktunuz, sizi baba sayıyla mı verdiler, ben büyük şehre gidip spotların altında yaşayacağım... diyebilir.


MİAMİ HEAT


Dedikodulara bakılırsa Miami'yi seçip Wade-Bosh ikilisine katılacak deniyor ama pek ihtimal vermiyorum. Olabilir elbet lakin bana çok mantıklı gelmiyor. Yüzük istiyor eyvallah da böyle bir seçim yüzük garantisi olmadığı gibi şampiyon olsalar dahi Jordan'ı geçtim Kobe ile de tarih önünde yarışamayacağı anlamına gelir. Varsayalım İsmail, Miami şampiyon olsun... mvp kim olacak, mvp olmayan bu duruma razı olacak mı? O tür bir şampiyonluk kazanılırsa o takım Lebron'ın takımı ( ya da Wade'in takımı ) olarak anılmayacak. Bu tür bir algı egosunu incitmez mi? Hem tüm zamanların en iyilerinden biri olmaya kasacaksın hem de şampiyonluklar senin adınla anılmayacak... Siz bakmayın imzalar öncesi Wade-Lebron arasında what's up bro muhabbetlerine büyük sporcuların egosu büyük olur... Böyle bir üçlü birleşimi en son yapan takım Celtics oldu ama orada şöyle bir durum vardı. Uzun yıllar leş kadrolarla loser olan üç süper yıldız yaşları daha fazla ilerlemeden bir araya gelme yolunu seçti, bir yüzük uğruna... Lebron böyle bir yolu seçer mi? aklım almıyor.


Bir de takım kimyası diye bir şey var nihayetinde, üç yıldız bu paraları alırsa geri kalanlar nasıl olacak? Hangisi daha az top kullanmaya razı olacak? Daha da önemlisi üçü birlikte geçirdikleri ilk yıl sonunda şampiyon olamazlarsa alacağı tepkileri göğüsleyebilirler mi? Lebron, bu riske girer mi? Hiç sanmıyorum.


CHİCAGO BULLS


Kağıt üzerinde Lebron James için en ideal takım. Etrafında Derrick Rose, Carloa Boozer, Joakim Noah gibi önemli oyuncular var. Amerika'nın büyük şehirleriden biri. Yüzük kazanma şansı var. Şampiyon olursa Lebron James'in takımı şampiyon oldu denilecek. İstediği parayı alabilecek. Bulls şu haliyle Lebron için biçilmiş kaftan da tek bir sorun var, işler kötü giderse tavandaki forma üzerine düşebilir ve o formanın altından kalkacak bir babayiğit yok.


Jordan'ın formasının gölgesi altında oynaması demek daha fazla baskı daha fazla sorumluluk demek.


NEW YORK KNİCKS


Doksanlı yıllarda Fenerbahçe taraftarı nasıl çile çektiyse ikibinli yıllarda da Knicks fanları öyle bir çile çekti. Bir gün olsun yüzleri gülmedi. Doksanlar yıllar boyunca da canları, Reggie, Hakeem, Duncan ve tabi Jordan gibi oyuncular tarafından çok yandı ama en azından arkasında duracakları sağlam bir takımları vardı. Sert savunma yapan, terinin son damlasına kadar mücadele eden, iki kere final oynayan sağlam bir takım. Acı dolu yılların sonunda sabrın sonu sabrina hesabı, çilekeş Knicks fanları Lebron James'i bekliyor. New York takımı da allah var bu sefer olabildiğince düzgün bir şekilde üç senedir buraya hazırlıyor kendini...


Üç senedir sorulan Lebron nereye gidecek sorusunun cevabı için bir numaralı favori her zaman Knicks olmuştu lakin 2010 yazı geldiği zaman favori pozisyonunu kaybetmiş gibi bir hava var. Amare ile imzalayıp Lebron'a bir mesaj vermiş olsalar da takımın geri kalanı sanki o kadar hazır değil gibi hatta şimdiden Carmelo dedikoduları Lebron dedikodularının önüne geçmiş durumda.


Madison Square Garden, özel bir yer. Deplasmana giden oyuncular bile en iyisini göstermeye çalışıyorlar. Seyircileri genel seyircilere göre farklı, olayın daha çok içindeler. Lebron burayı seçerse New York gibi önemli bir yerde en öne çıkan figür olacak. Orada yaparsan her yerde yaparsın sözü de cebinde üstelik. Orada şampiyon olursa kopacak yaygarayı düşünmek bile böyle yüksek egolu oyuncuları heyecanlandırmaya yetebilir.



Bana göre seçme ihtimaline göre takımlar şöyle sıralanıyor;


1- BULLS


2- KNİCKS


3- CAVS


4- HEAT

RAY ALLEN İKİ YIL DAHA CELTİCS YEŞİLİ GİYECEK


Ray Allen iki yıl daha Celtics yeşili ile sahaya çıkacak. İki yıl için 20 milyon dolar gibi bir para karşılığında anlaşma yapılmış. Böylelikle şampiyon Celtics kadrosu bir arada olmaya devam ediyor. Bırakma durumu olan koç Doc Rivers takımın başında kalmaya devam ediyor. Paul Pierce sözleşmesini yeniledi ve son olarak Ray Allen ile anlaşma sağlandı.


Bir gerçek var. Şampiyon Celtics beşi sağlam olduğu zaman şampiyonluk ile arasına kimse giremedi. Önceki sene KG'nin sakatlığı bu sene son iki maçıran Perkins olmasa Celtics, bu kadronun beraber oynadığı üç sene zarfında birden fazla yüzük kazanabilirdi. Kesin kazanırdı demek zor ama mesela son Lakers maçında Gasol karşısında Perkins'i gördüğü zaman oyunu o kadar domine edemezdi demek makul. Ha tabi bunu gören Kobe, maçı yine de alabilecek bir kapasiteye sahip ama mesele şu; Boston Celtics kadrosu kendine güveniyor ve güvenmeleri için de kendilerince haklı ve makul sebepleri var.


İlk beş konusunda bir şüphe yok. Bench katkısı önemli, Rondo yedeği ve pota altı takviyesi önemli. Haberlere göre Jermaine O'neal ile anlaşmaya çok yakınlar. Tam Celtics için uygun oyuncu. İyi savunma yapan, blok tehditi olan, oyuna girdiği zaman Celtics savunmasının sertliğini devam ettirecek bir adam. Rondo'ya bir alternatif ile tekrar şampiyonluk mücadelesi verilebilir.


Ray Allen, playoff zamanı Seattle günlerinden kalma bir performans sergiledi. Rondo dışında takıma en önemli katkıyı veren oyuncu oldu. Final serisinde peşpeşe gösterdiği iki performansla olumlu ve olumsuz anlamda tarih yazdı. Asıl büyük katkısını beklendiği yahut tahmin edildiği gibi hücumda yapmadı. Ligin ve dünyanın bir numaralı hücum gücü olan Kobe Bryant'ı süper savundu. Kobe, bu kadar savunulabilir. Sezon ortasında takas edilmesi bekleniyorken gösterdiği playoff performansı sayesinde bu kontratı aldı.


ALMANYA-İSPANYA; TOPU TUTAN KUPAYI KAZANIR



İspanya sahaya Barcelona olarak çıktı. Tek fark; Messi'nin yerine Xavi Alonso'nun oynamasıydı. Seneye Barcelona sahaya çıkarken sadece Messi-Xavi Alanso değişikliği olacak. İlk 11 olarak sahaya çıkıp da Barcelona forması giymeyen diğer oyuncuların ikamesi Barca kadrosunda mevcut. Sergio Ramos gibi ofansif bir sağ bek olan Daniel Alves, Capdevilla gibi defansif yanı daha güçlü olan bir sol bek; Eric Abidal ve kaleci farkı.

Bu oyuncu farkı bir taktik farkını gösteriyordu. Del Bosque takımı topu ayağında isterken defans konusunda da çok hassas, göbekte oynatacağı bir fazla orta saha oyuncusunu hücum oyuncusuna tercih ediyor. Sağ bek olan Ramos'u sağ açık olarak kullanma yoluna gidip tek bir açıkla oynuyor. Barcelona'dan dolaşarak oynamaya alışkın olan Pedro tercihi de biraz bu yüzden. Formda olan Villa'yı öne çekip Pedro gibi gezgin bir forvet arkası tercih ediliyor.

Almanya turnuva boyunca gördüğümüz takım gibi oynayamadılar zira Almanlar bu sefer orta saha üstünlüğünü kazanamayacakları bir rakibi karşılarında buldular. ingilizlerin ve Arjantinlilerin karşısında kolaylıkla orta saha kontrolünü eline alan ve topu ele geçirdiği zaman topluca hücuma çıkma şansı bulan Almanya, topu ele geçiremeyince oyunda üstünlüğü de ele alamadılar. Turnuvanın yıldızı olan Schweinsteiger , karşısında dünyanın en iyisi olan Xavi'yi bulunca çaresiz kaldı. Almanya ilk otuz dakika tamamlanırken rakip kaleye şut atamamıştı.



Neredeyse bütün oyun İspanya kontrolünde geçmesine rağmen çok ilginç dönüm noktaları yaşandı. Maçın o ana kadar en net pozisyonunu ikinci yarının ortalarında Almanya'nın bulmuş olması, tıpkı Paraguay maçında olduğu gibi... İki pozisyonda da kaptan kaleci İker Casillas takımını kurtardı. Topun hakimi olan İspanya bir anda bir kez daha maçın en önemli pozisyonunu rakibe verdi. Bütün maç topa hakim olan, kornerleri bile kısa paslara dayalı bir organizasyon dahilinde kullanan ve Almanya takımına göre kısa olan İspanya, Xavi'nin direkt olarak ceza sahasına havadan kestiği ender yan toplardan biri ile golü buldu. Bu kadar organizasyona rağmen golün duran top ile gelmesi... En tehlikeli organize atağı topla çok daha az oynayan Almanya'nın yapması...

Her kupa futbol adına bir ders verir ve sonraki yıllarda futbolun gittiği yolu etkiler. Bu kupanın dersi şimdiden belli oldu; Maçı kazanmak için topu ayağınızda tutmanız gerekir. Topu kazanmak ve ayağınızda tutmanız için orta sahaya hakim olmanız gerekir. Dört sene önce bir defans oyuncusu olan Cannavaro kupanın oyuncusu seçilmişti şimdi bir orta saha oyuncusu seçilecek.



Hollanda mı? İspanya mı? sorusunun cevabını bulmak için başka bir sorunun cevabına bakmak gerekiyor.
Xavi mi? Sneijder mi?


Puyol'un; kalk Appiah kalk allahın dediği olur misali; kalk Schweinsteiger kalk Xavi'nin dediği olur diye gönül aldığına bakmayın. Bastian Schweinsteiger ve takım arkadaşları sayesinde dünya gözündeki Almanya algısı değişti. Eskiden turnuva takımı gibi klişe sözlerle, aslında iyi ve güzel futbol oynamadığı halde bir şekilde kazanan ve kazandığı zaman futbol severleri değil de sadece almanları mutlu eden bir takım olarak anılırdı. Şimdi Almanya kupayı kazanamadı ama futbol severlerin gönlünü kazandı. Oynadığı güzel futbolla iz bıraktı. Turnuva genelinde en iyi top oynayan takım olarak kupaya veda etti. Bu sefer kupa yerine gönülleri kazandı.



BOOZER, BULLS İLE ANLAŞTI, HERKES MURADINA ERDİ


Bulls nihayet yıldız seviyesinde bir pota altı oyuncusu ile anlaştı. Takımın en önemli eksiği olarak gözüken içeriden skor yapabilecek oyuncu eksikliğini Carlos Boozer ile beş yıllığına 80 milyon dolar karşılığında kapadılar. Nihayet diyorum zira Bulls yönetimi iki tane şampiyon power forvet oyuncusunu kaçırdıktan sonra bu noktaya geldi. Yakın zaman içinde Garnett'i ve Gasol'u takas etmenin eşiğinden döndüler daha doğrusu ellerinde bulunan Kirk Heinrich, Luol Deng ve Ben Gordon gibi oyuncular konusunda fazla iyimser düşüncelere sahip oldukları için bu takasları yapmadılar, olmadı. KG, Boston ile bir, Gasol Lakers ile iki kere şampiyonluk yaşadı ve nihayetinde Bulls takımının skor yapabilen PF sorunu kronik bir hal aldı.


2010 yazına gelindiği zaman Bulls, birini bile feda edemediği üç oyuncu üzerine takım kurmaktan vazgeçmişti. Takım, Derrick Rose ve Joakim Noah üzerine kurulmuş ve Luol Deng ile Kirk Heinrich'in yardımcı rolleri üstlendiği bir takım haline gelmişti. Her şey değişmiş kadronun skorer PF ihtiyacı değişmemişti.


Yazın önde gelen power forvetleri olan Amare'nin New york, CB4'un Miami yolunu tutması demek Boozer'ın alınmasının farz olması demekti. Bulls doğru bir hamle yaparak kadrosuna Boozer'ı kattı.


Boozer açısından bakarsak nihayet istediği gibi şehirde oynama fırsatına kavuştu diyebiliriz. Salt Lake City'i sıkıcı bulan ve üç büyüklerden birinde oynamak isteyen Boozer sonunda üç büyüklerden birine gitti. LA ve New York kısmet olmadı ama rüzgarlı şehir Chicago kısmet oldu.


Boozer yine iyi bir oyun kurucuyla beraber oynama fırsatını buluyor. Rose, Deron kadar takım odaklı bir oyun kurucu olmasa da iyi bir oyun kurucu. Deron'ı çok aramaz Memo'yu arayacağı kesin. İçeriden sırtı dönük oynarken Memo'nun adamı yardıma gidemediği için Boozer alan bulup sayıya gidiyordu. Noah şut tehditi olmayan savunma ve reb katkısıyla ön plana çıkan bir oyuncu. Boozer, savunma konusunda, pis işler konusunda daha rahat eder ama Memo'yu da hücum ederken arar.


Son kertede iyi bir transfer oldu, iki taraf da istediğine kavuştu.

Wednesday, July 7, 2010

MİAMİ HEAT; ŞAMPİYONLUK ATEŞİ TEKRAR YANMAYA BAŞLADI...



Chris Bosch için artık bu günler geride kaldı. Kaldır kafanı bak Miami radyolarında senin için ne çalıyor; welcome to Miami.
2010 yazının şu ana kadar olan en önemli hareketine Miami imza attı. Süper yıldızları Dwayne Wade'i ellerinde tutmalarının yanı sıra şu anda pazarın en önemli üçüncü adamı pozisyonundaki Chris Bosh ile anlaştılar. Her NBA takımının rüyası olan kısa bir süper yıldız ile uzun bir süper yıldız birlikteliğini sağladılar.

Şampiyonluk sezonunda sonra sadece Wade'in eline bakan, Wade olmadığı zaman seyircilerine acı çektiren Miami, Toronto ile bir türlü başarıyı yakalayamayan Bosh'u alarak doğal şampiyonluk adayı haline geldi.

Heyecanla beklenen 2010 yazı, en sıcak yeri daha da ısıttı.

İki süper yıldızın beraber oynamayı kabul etmesi hatta açık konuşalım Bosh'un Wade'in yanında ikinci adam olmayı kabul etmesi , Chris Bosh'un öncelikli hedefinin para olmadığını, yüzük sahibi olmak için egosundan feragat ettiğini gösteriyor. Tek başlarına oldukları takdirde şampiyonluk kaf dağının arkasında kalabilirdi, bir takımın franchise oyuncusu olup yüzüğe hasret kalabilirlerdi. Hala da kafadan şampiyon olacaklar diyemeyiz elbet ama olaya bakış açıları çok kıymetli.




Bu imza ile birlikte Lebron James'in de bir şekilde New York ya da Bulls farketmez doğuda kalacak olması, uzun yıllar sonra ilk defa doğu takımlarının batı takımlarının önüne geçtiğini gösteriyor. Doğu şampiyonu olmak, batı şampiyonu olmaktan daha zor olacak bağlamında söylüyorum.

SEMİH ERDEN


Eski amerikan filmlerinde görürürüz. Gazeteleri çocuklar sokaklarda satar. Yazıyor yazıyor... diye bağırıp günün önemi haberini, gazetenin manşetini reklam eder, satış yapar, play station için para biriktirir. Gazeteler hala o şekilde çocuklar tarafından satılıyor olsaydı Semih Erden'in nba olmasını harlem sokaklarında şu şekilde duyururlardı; nba, Türkiye'den posterlik malzeme aldı.


Biraz ağır gelebilir ama Semih gibi bir oyuncu nba yıldızları için ideal poster malzemesi, üzerinden smaç yapıp poster olması için sıraya girerler. Çift vurup tek sayarlar. Semih, nba'de ne yapar diye düşünüyorum aklıma sadece poster malzemesi olma durumu geliyor.


Semih Erden'i, avrupa pazarında değerli bir oyuncu yapan özellikleri nba için yetersiz kalıyor ve bir anlam ifade etmiyor. Beş numara oynar desek çok ince kalır, dört numara desek nba dört numaralarını çıkıp dışarda savunamaz hatta açıkçası onlar için de ince kalır. Üstelik nba takımları hiç şutu olmayan bir dört numara ile sahaya çıkmak istemez.


Bir de şöyle bir durum var, Semih savunma yaparken blok kovalayan bir oyuncu, avrupa için yeterli uzunluğa ve atletizme sahip olduğundan kelli bu durum çok göze batmıyor. Semih, drive eden oyuncunun önünde durmak ve atışını zorlaştırmak yerine potaya atmasına izin verip bloklamaya çalışıyor. Avrupa seviyesinde bu taktik bir yere kadar işe yarıyor çünkü bu topraklar için iyi ve yeterli bir tehdit ama bu şekilde savunma yapmayı nba'de sürdürürse hoplayıp zıplamasıyla meşhur siyahi oyuncular bütün bir meydan okuma olarak kabul edip sıraya girerler ve açık konuşalım; Semih'i potaya sokar, poster yaparlar.


Bu sözleri yemeyi çok isterim ama şu Semih, bu sözleri yediremez. Vücudunun üst tarafını kalınlaştırması lazım, orta mesafe şut tehditi olması lazım, savunmanın sadece fiziksel bir eylem olmadığını doğru pozisyon alarak savunma yapması gerektiğini öğrenmesi lazım. Bu değişimi yaşaması çok zor. Yine de yararlı bir deneyim olacağını varsayıyorum. KG ile idman yapmak parayla alınabilecek bir şey değil.


İçindeki nba heyecanını anlamak zor değil, tek elle top sürüp sadece bir tarafa drive edebilen İbrahim Kutluay bile fırsat olunca evi, yazlığı satıp gitmiş, blok yiyerek geri dönmüştü.
NBA oyuncusu olmaya uygun bir oyuncu değil ama olumlu anlamda çok deneyim kazanacağı süre alırsa da olumsuz anlamda çok sayıda postere imza atacağı kesin.

SON 10 NUMARA

Karşınızda Diego Forlan; turnuvanın 10 numarası.



1994 dünya kupasından sonra ilk defa eski usul bir 10 numara kupaya damgasını vurdu. 94 dünya kupasının yıldızı; İtalya 10 numarası Roberto Baggio takımını finale kadar taşımıştı. İyi defans yapan ve mücadele eden İtalyan takımının parlayan yıldızı, turnuvanın iz bırakan adamıydı. O'ndan bayrağı devralmak bir Uruguaylı'ya kısmet oldu. Diego Forlan, kulüp kariyerindeki rolünün aksine öndeki santrafor olarak değil de santraforun arkasındaki serbest dolaşan adam, 10 numara olarak görev yaptı. Duran topları kullandı, hücumları organize etti, takıma saha içinde liderlik yaptı. İş başa düştüğü zaman sazı eline aldı. Çeyrek final oynanırken duran toptan kaleciyi avladı, maçı kurtardı. Yarı final oynanırken, bu Uruguay nasıl gol atacak derken; 30 metreden kaleci avladı. Elinden geleni yaptı, olmadı, olamadı. Kolu kanadı kırık yarı final maçına çıkan Uruguay daha fazla ileriye gidemedi ama 10 numara sevdalıları Forlan'ın performansından razı.

Güntekin Onay çok güzel bir tespit yaptı; "Uruguay takımına bakıyorum, bir şeyler yapabilecek tek adam olarak Forlan gözüküyor, bütün dikkatler üzerinde, yine de o bir şeyleri yapıyor."

Bizim kuşağın dünya kupasına gözünü açması 10 numaralar ile oldu. 1986 dünya kupasının yıldızı olan ve kupayı kazanan son 10 numara olmayı sürdüren Diego Maradona, 1986 kupasının diğer 10 numara yıldızları olan beyaz Pele Zico ve eyyamcı Platini, 1994 dünya kupasının yıldızı Baggio, diğer 10 numara yıldızı Hagi derken 2010 dünya kupasında 10 numara bayrağını hakkını vererek taşıyan; Diego Forlan.

Tuesday, July 6, 2010

İYİLER MUTLAKA KAZANIR



Uruguay'ın köklerini tarihten alan büyük koşuşu sona erdi ama izi kaldı. İlk dünya kupasını kazananların torunları dedelerinin şanına yaraşır bir turnuva geçirdiler.

Uruguay turnuva boyunca bir taktiği benimsedi. Sahaya 8 Lugano-Forlan-Suarez taktiği ile çıkan Uruguay bu taktik anlayışla yarı finale kadar geldi. Forlan'ın ve Suarez'in dışındaki oyuncular hırs, taktik disiplin ve kazanma azmi olarak Lugano'nun değişik bölgelerde oynayan versiyonları gibi mücadele ettiler. Bir mahalle takımı azmi ve hırsıyla bir profesyonel takımın taktik disiplin anlayışını karışımı bir takım oldular. Yarı finale çıktıkları zaman taktikleri bozulmak zorunda kaldı. Suarez kendini feda ederek takımına finale çıkması için bir şans verdi ve takımı o şansı kullandı. Fakat Suarez'i kaybettiler, gerçek Lugano'nun olmadığı Uruguay 9 Lugano-Forlan taktiği ile sahaya çıkınca olmadı. Forlan şapkadan bir gol çıkarsa da, Suarez'in eksikliği Lugano ile kapatılmacak kadar önemliydi. Yetmiş dakika dayandılar, daha fazla değil.

Heyecanlı ve güzel maçlar yaşattıkları için, herkesin berabere bitmesine bahis yatırdığı gruptan çıkma maçında çıkıp takır takır top oynayıp kazanıp ezber bozdukları için, takım ruhunun başarı için anahtar olduklarını gösterdikleri için, Forlan gibi eski usül 10 numara bir oyuncuya sahip oldukları için futbol sevenlerin teşekkür etmesi lazım. Turnuvanın rengi oldular.



32 yıl sonra Hollanda bir kez daha finalde. Bunun anlamı şu; bir avrupa takımı avrupa kıtası dışında ilk defa bir dünya kupası kazanacak. 1974 dünya kupası finalinde kupanın en iyi takımı olmalarına rağmen kazanamadılar. Tarih iki takım için bu ifadeyi kullanır. 1954 dünya kupasındaki Puskaslı Macaristan ve 1974 Hollanda takımı. 1978 finalini de yine ev sahibine kaybettiler. Bizden bir önceki kuşak sarı fare Cruyff hikayeleriyle büyürken biz tarihte başarıya ulaşan tek Hollanda ulusal takımına tanıklık ettik. 1988 avrupa şampiyonu Hollanda. Rud Gulitt, Frank Rijkaard ve Marco Van Basten üçlüsünün çekirdeğini oluşturdu Hollanda.

Herkesin Hollanda'yı sevmek için bir sebebi vardır. Kimi kızlarını sever, kimi özgür ortamını, kimi lalerini kimi de futbolunu. Futbolu seven herkes Hollanda futbolunu sever.

2010 model Hollanda takımı 1974-1978-1988 takımları kadar parlak ve favori bir takım değildi. Biraz da sürpriz yaparak finale kadar geldiler. Real Madrid'in sezon başında satmak için yırtındığı Robben ve Snejder, takımlarını şampiyonlar ligi finaline çıkardıktan sonra ülkelerini de dünya kupası finaline çıkardılar. Öndeki dörtlünün performans olarak zayıf halkası şu ana kadar Van Persie. Robben, Sneijder ve Kuyt takım için gereken katkıyı yapıyor. Van Bommel orta sahayı organize ediyor. Maç boyunca topu tarih boyunca yaptıkları gibi ayaklarında tutmaya özen gösterdiler. Gol yedikleri zaman, geriye düştükleri zaman oyundan kopmayarak, takım olarak ayakta durarak buraya kadar geldiler.




Rüya gibi bir final bizi bekliyor. İçinde Hollanda'nın olduğu portakal bir final rüya gibi bir final demektir futbolsever için... Rakibi ise Barcelona ya da turnuvanın en iyi top oynayan takımı olan Almanya ile karşılaşacak.

Finalin kazananı Cruyff olacak. Bir yanda ülkesi, bir yanda temellerini attığı Barcelona bir yanda Cruyff''un taraf olmaktan çekinmeyeceği tek şey; güzel futbol. 36 sene önce kazanamaya Cruyff bu sefer kazanacak, hem de final oynanmadan... İyiler mutlaka kazanır.








Kallström Doğru Transfer


Bir cm efsanesi Galatasaray forması giymeye çok yakın. Oyunda da yapılan bir hata, oyuncuyu tanımlarken yapılmaya devam ediyor. Cm ilk versiyonlarında oyuncu ofansif bir orta saha oyuncusu olarak tanıtılmış sonra yamalarla defansif orta saha oyuncusuna çevrilmişti. İşin aslı şu; Kallström, modern bir çift yönlü orta saha oyuncusudur. Ön lidero değildir. Galatasaray'ın geçen sene oynadığı taktikle oynamaya devam edeceğini varsaydığımız takdirde defansın önündeki iki oyuncudan Elano pozisyonunda oynayacak oyuncudur. Mehmet Topal'ın ikamesi değildir. Bu transfer gerçekleşirse Galatasaray hem Elano'yu daha önde gönül rahatlığı ile kullanabilecek hem de Elano'nun taşımaya çalıştığı pozisyonu işin erbabına devretmiş olacaktır.


Kallström, İsveç'ten geldiği Rennes takımında gösterdiği performansla ülkenin en iyi takımı Lyon'a transfer olup takımın banko oyuncusu oldu. Sert ve mücadeleye dayalı Fransa liginde mücadelenin en yoğun olduğu orta sahada Lyon gibi güçlü bir takımı taşıyan adamlardan biri oldu. Topla arası iyi, fiziği sağlam, uzaktan şutları tehlikeli.


Galatasaray topla arası iyi olan, pas alış verişi yapabilen, oyuncuları takımın her bölgesine almaya devam ediyor. Neill ve Kallström'ün varlığı ile Elano ve Arda gibi ofansif oyuncular top almak için geriye gelmek zorunda kalmayacak ve Galatasaray daha hızlı hücum edebilecek.


Keita gidiyor, Kallström geliyor ve takım daha hızlı oynama yolunda adım atmış oluyor. Malum, toptan daha hızlı hareket edebilecek bir oyuncu yok.


Bu transferin yanına bir de, iyi bir ön lidero alınırsa tadından yenmez.

FENERBAHÇE ÜLKER FİNAL FOUR YOLUNDA

Bir takımın final four hedefinin gerçekçi olduğunu anlamanın yolu, transfer edilen oyunculara bakmaktan geçer. Alınan oyuncular bir değerlendirmeye tabi tutulur. Eğer o oyuncular, doğal final four adayı olan Barcelona, Cska, Olympiyakos, Pana, Real Madrid gibi takımların rotasyonunda bulunabilecek kalibrede oyuncularsa takım, final four hedefiyle yola çıkmış demektir.

Fenerbahçe Ülker geçen sene itibariyle bütçe-başarı konusunda avrupanın en kötülerinden biri oldu. Harcanan paranın karşılığı alınmadı. Bu sene itibariyle Tanjeviç'in ayrılması ve organizasyonun başına Aydın Örs'ün getirilmesi ile başlayan süreç yapılan iyi transferlerle devam ediyor. Yalnızca iyi oyuncular alınmıyor aynı zamanda belirlenen bir sisteme göre oyuncu tercihi yapılıyor. Lavrinoviç elbette bu işin zirvesi ama önce diğer transferlere bir göz atalım.

Engin Atsür



Beşiktaş ile harika bir sene geçirdi. Oynama imkanı buldu ve oynadığı zaman ne kadar etkili olabileceğini gösterdi. Ukiç'in yedeği olarak görev alacak. Yerinde ve isabetli bir transfer.


Kaya Peker



Şimdi adını koyalım, açık konuşalım. Kaya Peker, final four hedefleyen bir takımın ilk beş oyuncusu olacak seviyede değil. En fazla Tau zamanında olduğu gibi Scola ve Splitter gibi iki iyi oyuncunun yedeği olarak görev yapabilir. Kısa kalması bir yana şutunun olmaması avrupa basketbolunun geldiği noktada çok sırıtıyor. Bu transfer, Semih Erden'in ayrılması ve Lavrinoviç'in gelmesiyle anlaşılır seviyeye geldi. Yerli pota altı oyuncusu kontenjanından bir transfer, fazlası değil.

Marko Tomas



Erken parladıktan sonra beklenen çıkış gerçekletiremedi. Real deneyiminden sonra geçen sezon yaşadığı Cibona deneyimi çok faydalı oldu. Takımın bütün kritik toplarını kullanan, sorumluluk alan bir oyuncu olarak euroleague seviyesinde kendini geliştirme fırsatı buldu. Biraz Hidayet'in Orlando zamanında son çeyreklerde sazı eline almasına benzer bir deneyim yaşadı. Top hakimi çok iyi, ikinci bir oyun kurucu olarak takımı yönetebilir. Şut atmaktan ziyade penetre etmeyi tercih eden bir yapısı var. Bu anlamda Emir ile paylaşacağı üç numara konusunda iki birbirine benzeyen yapıda ve kalitede oyuncu olması takımın ritminin bozulmaması açısından önemli.

Darjus Lavrinoviç



Darjus'u transfer etmek demek ben final four hedefiyle yola çıkıyorum demektir. Avrupa'nın en iyi uzunlarından biri. Şutu iyi, hücumu iyi, basketbolu bilerek oynayan bir oyuncu. Geçen sene boyunca Real formasıyla Beş numara gibi oynadı ama aslen dört numara. Takımın hücum gücünü çok arttıracak bir oyuncu. Fenerbahçe dış oyuncuları topla potaya drive etmeyi seviyor, Ukiç, Tomas, Emir, Kinsley... Lavrinoviç varlığı, bu oyunculara drive etmesi için yer açacak. Semih, Kaya gibi oyuncular varken rakibin pota altı oyuncuları drive edeni karşılamayı tercih eder ve bu durum drive eden oyuncunun işini zorlaştırır. Potaya yüklense başarı oranı azalır, dışarı çıkan uzunu görse, uzunun şutu yok. Lavrinoviç varken rakip uzun ha deyince kısanın karşısına gidemez. Bıraktığı adam boş bırakılacak bir adam değil, cezayı keser. İç-dış dengesi açısından böyle bir katkısı da olur.

Fenerbahçe Ülker bu sefer gerçekten bir takım olarak bir plan dahilinde kaliteli oyuncular alarak final four yolunda ilerliyor.

Abdul Kader Keita


Alacaklarından vazgeçip dünya futbol haritasında kıyak emeklilik yeri olarak kabul edilen Katar'a gitmeyi kabul eden, isteyen, bir anlamda erken emekliliğe heves eden bir futbolcuyu satmak mecburiyettir. Avrupa'ya satılmış olsaydı Galatasaray tranfer politikası üzerine laf edilebilirdi lakin Keita'nın, Fransa'ya geldiği yere geri dönmeyi istiyor olması; üst düzey mücadele yerine kafasına göre hareketler yapabileceği, kendisini fazla yormayacağı, az çalışarak çok para kazanacağı bir yere gitmeyi tercih ediyor olması demektir. Katar'a gitmek isteyen oyuncunun satılmasını tartışmak anlamsız.


Keita çok özel bir oyuncu. Top ayağındayken yapacaklarını, düşündüklerini, aklındakileri tahmin etmek, kestirmek imkansıza yakın. Ne yapacağı kestirelemez biri... Her futbol severin kendi takımında hatta rakip de olsa sahada görmek isteyeceği bir yetenek. Yeteneklerine ne kadar güveniyorsak karakterine de o kadar güvenemiyoruz. Sadece biz değil Rijkaard da böyle düşünüyor. Çünkü Keita kontrolünü kaybedetmeye müsait bir oyuncu, her an on kişi bırakabilir ama daha kötü olan Brezilya maçında yaptığı hareket gibi hareketlere de meylediyor. Dünya önünde deşifre oldu, güvenirliliği kalmadı. Rakibin attırmak için sahtekarlık yaptı ve artık Keita'ya, her hakem haklı olarak önyargıyla davranacak. Gerçekten de kafa yediği zaman kendisini yere bırakması para etmeyecek.


Galatasaray yönetimini bu satış için eleştirmek makul değil, Keita; Katar'a gitmek isteyen, hakemlerin önyargılı davranacağı, rakip seyircilerin üzerine oynayacağı, en kötüsü teknik direktörünün de yeteneklerine değil ama profesyonelliğine itimat etmediği bir oyuncu. Yeteneklerine, yaptığı süper hareketlere eyvallah ama durum bu.


Galatasaray yönetimini eleştirmek için bu paralar karşılığında alacağı oyuncuları beklemek gerekir.
Galatasaray'ın yolu avrupa yoludur ve avrupa yolu katar'dan geçmez. haliyle aynı hedefe doğru yürümeyenlerin Galatasaray'dan gönderilmesi normaldir. Keita'nın yoluyla Galatasaray'ın yolu kesişmiyor.

Monday, July 5, 2010

TANRILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI

Nihayet 2010 yazı geldi. Çok sayıda takım, birden fazla sezonunu gözden çıkararak bu yaza göre planlarını yapmaya başlamıştı. 2003 draftının yıldızlarının kontrat yenileme yılı, ligin minumum beş senelik geleceğini belirleyecek de, bir sorun var. 2010-2011 sezonunda sonra lige bir kez daha lokavt nedeniyle ara verilmesi ihtimali çok uzak değil ama asıl ilginç olan bu duruma çanak tutan takım yöneticilerin olması. Yöneticiler gerçekten çıldırmış olmalı.

Sezon sonunda oyuncuların toplu iş sözleşmesi sona eriyor ve tekrar imzalanma süreci hayli zor geçecek. 1998-1999 sezonunda olduğu gibi bir lokavt ufukta bizi bekliyor. O yıl nba yarım sezon oynanmıştı. Şimdi bütün sezon kaçabilir zira anlaşma olasılığını ortadan kaldıracak yeni sözleşmeler hızla imzalanmaya devam ediyor. Temel sorun şu; özellikle ekonomik krizden sonra iyice zarar etmeye başlayan takım sahipleri oyuncuların ücretlerini, ücret tavanını düşürmek istiyor, oyuncular da haklı olarak imzalanmış, kabul edilmiş sözleşmelerinden feragat etmek istemiyor. Bu denklemde yöneticilerin bir yerde durması gerekiyor ama yok durmuyorlar. Akılları bir karış havada gibi neredeyse lokavt için altyapıya hazırlar gibi davranıyorlar. Muslukları kesmeleri gerekirken akıldan, izandan yoksun sözleşmeler imzalıyorlar. Bu kafayla devam ederlerse 2011-2012 sezonunda avrupa liginde çok sayıda yıldız oyuncu izleyebiliriz. Devam edin devam... go go go....

Amir Johnson





Topu tutuş şeklinden de anlaşıldığı üzere gencin olayı bellidir. Koşar, zıplar... bitti bu. Üstelik kaç senedir doğru düzgün bir gelişme de kaydedemiyor ve bu adama verilen para 5 yıl için 34 milyon dolar. Tanrılar çıldırmış olmalı dediğim kadar var. İlk beş oynama olasılığı olmayan hatta güvenilir bir yedek bile olmayan düz bir oyuncudan bahsediyoruz. Chris Bosh şu anlaşmayı duyduğu andan itibaren Toronto'ya en fazla deplasmana gider. Hidayet Türkoğlu, bir yandan demek bedavaya oynuyoruz derken bir yandan takas olma konusundaki fikrinde ısrarcı olur.

Rudy Gay




Eskiden, yabancı hakkı daha azken türkiye liginde biraz da mecburiyetten olan bir durum vardı. Küme düşmemeye oynayan düşük bütçeli takımlar iki amerikalı alırdı. Biri pota altı oyuncusu biri oyun kurucu. Oyun kurucu dediğime bakmayın oyun kurdukları falan olmazdı. Bol bol top kullanır, istatistikleri parlatıp başka bir ülkeye transfer olmaya kasarlardı. Rudy Gay bu modelin nba temsilcisi olarak 5 yıl için 80 milyon dolar alıyor. Rudy Gay'in maxiumum kontrat alması demek Memphis takımının önümüzdeki beş sene boyunca playoff yapamaması demek zira Rudy Gay'in sırtladığı takımdan bir numara olmaz. Hayır işin enteresan tarafı şu; Gay bu kontratı alma ihtimalinin zayıf olduğunu bilerek sene boyunca kendine oynadı ve başarısız oldu. Buna rağmen bu kontratı alması olacak iş değil. O.J Mayo var elinizde, yollayın Gay'i takımı ona verin belki rudy'nin yapması beklenen ve asla yapamadığı atılımı o yapar.

Joe Johnson






well well well... Yahu arkadaş bu adama ilk defa maximum kontrat vermiş olmanız bile soru işaretiydi, eleştirildi ve eleştirenler haklı çıktı. Hadi bunu geçelim. Son sezona bakalım. Hawks, doğu takımlarının neredeyse yarısı 2010 yazı için sezonu gözden çıkardığı sezonda playoff yaptı, normal. İlk turda Redd ve Bogout'un olmadığı, onlar olduğu zaman bile normal zamanda playoff yapması sürpriz olacak Bucks ile eşleştiler ve yedinci maçta ancak geçtiler. Bucks takımı o kadroyla avrupa'da ilk sekize kalamaz. Bir sonraki turda da Orland Magic ile eşleşip süpürüldüler. Hem de ne süpürülme! 30 civarı bir fark maçların normal ritmi haline geldi. Bu playoff dönemini gördükten sonra hala nasıl Joe johnson'a maximum kontrat verilir? anlayabilmiş değilim. Üstelik adamın oyun şekli de, nba seyircisini tribüne çekmekten uzak şuta dayalı bir oyun, aslen şampiyonluk hedefleyen bir takımın üçüncü parçası falan olabilecek bir oyuncu. Joe da winner bir takıma gitmek istediğini falan söylüyordu ha, kendisinin temel parça olduğu bir takımın winner olamayacağının farkındadır ama işte o parayı verecek bir takım bulması çok zor. Doğu takımlarının bu yaz kadrolarını güçlendireceğini görmek zor değil, bu durumda Atlanta son sıradan playoff yaparsa duacı olsun. Ama Joe bana gelip de, Gay'in maximum aldığı bir yerde ben daha az paraya mı oynayayım derse, adam haklı derim ister istemez.






Sunday, July 4, 2010

Dunga neden kaybetti?


Brezilya'nın elenmesini Dunga ve tercihlerine bağlamak doğru olmaz. Brezilya sanki her dünya kupasında samba yapıyordu da, Dunga hoca olunca mehter marşı ile hareket etmeye başladı gibi bir durum söz konusu değil. Zaten Dunga bir tercihin sonucu olarak takımın başına özellikle getirildi.


Tarihin en iyi Brezilya takımlarından biri olan 1982 takımının İtalya tarafından elenmesi, 1990 takımının tek kale oynadığı maçta Maradona'nın tek bir pası yüzünden turnuvaya veda etmesi ve kupa hasretinin 24 yıla ulaşmış olması başka bir Brezilya ortaya çıkardı. Brezilya 1994 dünya kupasından beri 2006 hariç Dunga'nın takımı gibi önce defans düsturuyla hareket ediyor. Bu anlayış sekiz senede üç final, iki kupa getirdi. 2006 dünya kupasına yıldızlar topluluğu olarak katılan Brezilya, oynadığı ilk ciddi takım tarafından paket yapılıp evine gönderilince tekrar kazandıkları sisteme dönüş yaptılar ve takımın başına Dunga'yı getirdiler. Önce defans desin, oyunu bir kenara bıraksın, sonuç alsın.


Dunga takımını bu şekilde kurdu fakat sonuç alamadı. Sonuç alamasının iki temel nedeni var. Biri kişisel özelliklerinden kaynaklanıyor diğeri şanssızlığı. şanssızlık faslı şu; defansa önem vererek şampiyon olan Brezilya takımlarının büyük yıldızları vardı. Romario ve Ronaldo, performanslarıyla kazanılan kupalara damga vurdular. 2010 Brezilya kadrosunun santraforu olan Luis Fabiano, bu iki yıldızın çok uzağında bir oyuncu, takımın yıldızı olması beklenen Kaka da, göstermesi beklenen performansı gösteremedi. Jabulani'ye, David Villa dışında, ayak içi vurup falso aldırabilen oyuncu olmak dışında bir numarası olmadı. O kupa kazanan takımlar da defans takımlarıydı ama hücum sorununu çözen büyük bir yıldızları vardı bu kadroda yoktu.


Dunga'nın yetersizliği şu noktada kendini gösterdi. Brezilya oyuncuları, kupa dışındaki hiçbir alternatife kendilerini hazırlamıyorlar. Kupa dışında alınan her sonuç başarıszlık kabul ediliyor. Turnuva boyunca sadece bir kere o da ilk yarıyı domine ettikleri maçın ikinci yarısının hemen başında kendi kalelerine attıkları golden sonra kaybedebiliriz hissiyatını yaşadılar ve bu baskıyla saha içinde başedemediler. İş bu noktada saha dışına kalıyor, o noktada Dunga sınıfta kaldı. En az oyuncuları kadar maçtan kopup, panik yaptı. Sakin bir görüntü vermesi ve takımı toparlaması gerekirken yan hakemle sinirli bir şekilde tartışma yolunu seçti. Zico gibi sakin bir teknik adam kulübede olsaydı oyuncular kendine gelebilirdi.


Enteresan bir durum oluştu. 1982 yılında Zico ve o'nun gibi Brezilyalılar oynadığı için Brezilya kupayı kaybetti, yetenek sonuç getirmedi. 2010 yılında Zico kulübede olmadığı için Brezilya kupayı kaybetti. 1994 yılında Dunga ve temsil ettiği anlayış sahada olduğu için Brezilya kazandı, 2010 yılında o anlayış kulübede olduğu için Brezilya kaybetti.

İSPANYA-PARAGUAY



La liga takımları Barcelona'yı durdurmak, yavaşlatmak için bir taktik uyguluyor. Oyunu kendi sahalarında kabul etmeleri halinde yirmi dakika bilemedin yarım saat içinde duman olduklarını görünce bir Barcelona analizi yaptılar. Çok iyi pas yapan Barcelona takımı oyunu rakip yarı sahaya yığdığı an; pas isabet oranının yüksekliği ve paslaşma hızının yüksek olmasından dolayı gole ulaşıyor. aut atışını dahi pasla en yakın ve müsait oyuncuya kullanan barcelona takımını ( Rüştü'nün kalecilik yetenekleri olarak Valdez'in çok üstünde olmasına rağmen Valdez'in tercih edilme sebebi de budur. ) durdurmak için önde, rakip ceza sahasında basma yolunu seçtiler. Hücum pres yaparak oyunun kendi yarı sahalarına yığılmasını önlemek istediler.




Paraguay takımı karşısındaki takımı Barcelona gibi değerlendirerek, Barcelona ile oynayan bir la liga takımı gibi davrandılar. Haksız da sayılmazlar, İspanya milli takımının iskeleti Barcelona. Önde, İspanya ceza sahasının üstünde pres başlatarak İspanya'nın takım halinde Paraguay yarı alanına çadır kurmasını engellediler ve Barcelona'yı durdurmaya, yavaşlatmaya çalışan la liga takımlarından daha başarılı oldular. çünkü; çekirdeği Barcelona olmasına rağmen İspanya takımı sahaya Barcelona gibi yayılmıyor, Barcelona kadar oyun alanını geniş kalanmıyor. Barcelona o presi yediği zaman topu kanatlarda bekleyen Messi ya da Pedro'ya ulaştırıp rakip alana dripling ile giriş yapıyor. İspanya, kanatları o şekilde kullanmadığı için bu pres daha verimli oldu. İspanya, yakalaması gereken kadar pozisyon yakalayamadı, oyun üstünlüğü elde edemedi.




Bu noktada şöyle bir değerlendirme yapmak mümkün. Bu İspanya takımı, ne iskeletini oluşturan Barcelona takımı gibi sahaya yayılıyor ne de bir iki değişiklikle sahaya aynı kadroyla çıkmasına rağmen Euro 2008 şampiyonu gibi hareket ediyor. Takım, Del Bosque'nin takımı. Del Bosque risk alarak, bu oyuncuları daha önce başarıya ulaşmış sistemde oynatmak yerine daha defansif ( 2008'e göre bir ön libero fazla, Barcelona'ya göre bir kanat adamı eksik ) bir İspanya'yı tercih ediyor. David Silva, Jesus Navas, Pedro gibi oyunculara taktiğinde yer vermiyor.




Fakat futbolun bir gerçeği var. Daha defansif oynamak demek daha sağlam oynamak demek değil. Paraguay penaltıyı kaçırmasaydı, ispanya golü bulabilir miydi? bilemiyoruz.




İspanya yoluna devam ediyor. Bu sefer karşısında önde bastıktan sonra topu kullanabilen adamların olduğu güçlü bir Almanya var. Paraguay, İspanya karşısında başarılı olmanın yolunu gösterdi de zaten Almanya oyunu önde basarak oynamayı seven agresif bir takım.




Dün futbolla alakasız erkek seyirciler için hem iyi hem de kötü bir gündü. Arjantin elenince Maradona'nın soyunma ihtimali ortadan kalktı. Paraguay elenince de, Riquelme'nin soyunma ihtimali... Kadın sağlam reklamını yaptı. Paraguay kaybetti kazanan Riquelme oldu.