Friday, July 23, 2010

2010 projesi başarısız oldu.


Dünya şampiyonu belli olmadı lakin belli olan bir şey var; Türkiye basketbol federasyonu ve Tanjeviç işbirliği ile çıkılan 2010 yolculuğu başarısız oldu. 2006 yılında bu yana her turnuva öncesi kadro seçimi sırasında yaşanan tartışmalara ve turnuva sonrası yapılan yorumlara karşılık tek bir açıklama vardı; amaç 2010 turnuvasıdır. Bu açıklama yalan oldu zira Türkiye'nin 2010 kadrosu, bir kaç turnuvadır beraber oynayan bir takımın izlerini taşımaktan ziyade hali hazırda formda olan ve teknik heyet ya da federasyon tarafından kara listeye alınmayan oyunculardan kurulu olacak.


Muhtemel ideal beşimiz;


Kerem Tunçeri: 2010 kadrosunda düşünülmediği için uzun süre, 2009 turnuvasına kadar kadroya alınmadı.


Ömer Onan: 2010 kadrosunda düşünülmediği için 2009 turnuvasına kadar kadroya alınmadı.


Hidayet Türkoğlu: 2006 dışında turnuvalara geldi.


Ersan İlyasova: Bütün turnuvalarda yer aldı.


Ömer Aşık: 2009 turnuvasında yer aldı.


Bu olası ilk beşin üç oyuncusu 80 öncesi doğumlu oyuncular. 2010 yılı içi düşünülen kadroda yer alan jenarasyonun temsilsici olmaktan çok Avrupa ikincisi olan takımın parçası olarak kabul edilirler. Hidayet dışında bu turnuvada olmayakları öngörülen oyunculardı. Üstelik 79 jenarasyonun bir başka temsilcisi olan Mehmet Okur sakatlanmasaydı bu turnuvada yer alacaktı.


Engin Atsür, Ender Arslan, Ersan İlyasova, Semih Erden dışında 2006 yılından bu yana her turnuvaya katılan başka oyuncumuz yok.


2010 hedefiyle çıkılan yolda 2006 dışında başarılı turnuva yaşamadığımız gibi, 2010 yılında da hazır, kurulu bir takım göremedik, bulamadık. Acı olan budur; bugüne kadar turnuvalara en iyi türk oyuncularla çıkılmadı ve açıklama olarak 2010 gösterildi, 2010 geldiği zaman ise ülkenin o sene en iyi performans gösteren oyuncularından bir takım çıkarılmaya çalışılıyor. Önce Tanjeviç, sonra Demirel onayından geçerlerse...




Rijkaard'ın Bir Senesi


Frank Rijkaard bir seneyi tamamladığına göre değerlendirme yapma zamanı gelmiş demektir. Türkiye liginin şartları farklı ve bu ligi tanımayan birinin lige adapte olması zaman alıyor da asıl soru şu olmalı; Galatasaray'ın aradığı lige adapte olup ligi kazanacak bir hoca mı? Yoksa bir oyun sistemini Galatasaray'a yerleştirip uzun vadede tekrar avrupa sahnesinde yer almasını sağlayacak bir hoca mı? Rijkaard seçimi bize ikinci tür bir hocanın tercih edildiğini söylüyor. Daum gibi ligin kurdu olmuş, sistem değil yerel başarı peşinde koşan bir hoca yerine bir sisteme inanan ve o sistemle başarılı olmayı hedefleyen bir hoca.

Rijkaard'ın Barcelona'da yaptıklarını değerlendirirken; yeaa Barcelona ya babam da şampiyon yapar muhabbetiyle ihale açılıyor, oradan başlayan ihaleyi de fazla uzağa götürmek haliyle mümkün olmuyor. Oysa durum şu; Barcelona elli senede sadece üç kere avrupa şampiyonu olmuş bir takım. Birinin başında bizzat Rijkaard vardı, birini kazanan takımın oluşmasında da emeği var. Rijkaard göreve geldikten sonra 6 sene aradan sonra Barcelona'yı tekrar la liga şampiyonu yaparken 14 yıl aradan sonra da tekrar avrupa şampiyonu yaptı. Her sene sürekli başarılı olan bir takımın başında mesai doldurmadı, kötü günler geçiren bir takımı tekrar olması gereken yere çıkardı.

Böyle bir hoca seçiminden sonra hemen bir başka kıyaslama yapılıyor. Del bosque ve Aragones gibi iyi hocalar da bizim ligde başarılı olamadı bu yüzden Rijkaard da olamaz. Böyle bir varsayımla yola çıkarak sağlıklı bir sonuç alınamaz. Aragones ve Del Bosque gibi hocaların özelliği farklı. Onlar teknik ve taktik olarak üst düzeydeki oyuncuları yönetmedeki maharetleriyle öne çıkan hocalar. Aragones'in en büyük başarısı milli takımla, Del Bosque de hem Real Madrid hem de İspanya milli takımı ile başarılı olmuş bir hoca. Ellerine gelen üst düzey oyunculara doğru liderliği yapan adamlar. Bu tarz adamlar yine Türkiye'ye gelseler yine başarısız olurlar. Geldikleri takım farketmez zira bizim ligimizdeki hiçbir takımın oyuncuları teknik ve taktik olarak belirli bir seviyenin üstünde değiller öyle oyuncular var elbet lakin her takımda azınlıktır. Haliyle gelen hoca şaşırıyor; on beş yaşında öğrenmiş olması gereken şeyi bilmeyen profesyonel oyuncular görüyor. Türk futbolcular öyledir kabul etmek lazım, lise diploması olmadan master yapıyorlar bir yerde, eğitimleri aslında o seviye için olması gereken noktada değil.

Rijkaard, Aragones tipi bir hoca olmadığı kesin başarısız olur yanlış bir seçim diyemeyiz zira genç oyuncularla ilgilenmek, sistemini oturtmak gibi kaygıları var. Heyhat Rijkaard'ın da acı bir şekilde öğrendiği gibi türk oyuncular hangi seviyede olurlarsa olsunlar pozisyonlarının gerektirdiği temel donanıma, eğitime sahip değiller.

Bütün bunların yanında Rijkaard'ın geçen seneki performansını sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için takımın kırılma maçlarına bakmak lazım. Neler oldu da Galatasaray seneyi kupasız kapadı.

Avrupa Macerası

Fatih Terim'in ilk senesinde Galatasaray'ın "yapma Hayrettin" sayesinde elendiği PSG kupayı kazanmıştı, Geçen sene de Galatasaray'ın elendiği Atletico Madrid kupayı kazandı. Sonları benzesin de, Galatasaray, Madrid'e neden elendi? sorusuna cevap bulmak lazım.

Deplasman maçında Galatasaray Caner Erkin'in bireysel hatası yüzünden gol yedi. Üstelik bu hata, milli takım seviyesindeki bir oyuncunun yapacağı türden bir hata değildi. Galatasaray atağa çıkarken sol kanattaki Caner topu gelişi güzel bir şekilde ortaya doğru attı, o topu alan Atletico atak başlattı, O sırada takım halinde çıkmaya hazırlanan Galatasaray gafil avlandı. Artık duran toptan çok geçişler sırasında gol atılıyor. Hatalı pası veren Caner, hatasını telafi etmek için ceza sahasının köşesinde bulunan ve kaleye sırtı dönük olan oyuncuya alakasız bir faul yaptı ve tehlikeli yerde kazanılan duran top, gol oldu.

Evimizdeki maça gelelim. Galatasaray Elano sakatlanana kadar oyunun kontrolünü elinde tutan, uzun zaman sonra güçlü bir avrupa takımı karşısında oyuna hakim olan taraftı. Bu süre zarfında net bir gol pozisyonu da yakaladık. Sonra Elano sakatlanarak oyundan çıktı ve ikamesi kadro içinde olmadığı için oyunun kontrolü rakibe geçti. Yine de Neill transferi sonrası takım uzun yıllardan sonra ilk defa iyi takım savunması yapmaya başladığı için rakibe çok pozisyon vermiyorduk derken... Taçla başlayan bir atak sırasında Uğur Uçar adamını acemice kaçırıyor ve oyuncu güzel bir vuruşla gol yapıyor. Takım savunmasına bağlı bir hata değil Uğur Uçar'ın bu seviyenin adamı olmadığını gösteren bir hareketi. Fakat Galatasaray ayağa kalkıyor ve golü buluyor üstüne bir de penaltı verilmesi gereken bir pozisyon çizgi hakemin varlığına rağmen penaltı olarak değerlendirilmiyor, bu duruma sinirlenen Caner Erkin zorla kendini oyundan attırıyor. Topu oyuna Pepe kadar iyi soktuğunu düşünen Servet Çetin, orta halli bir savunmacının yememesi gereken bir çalımı yiyor ve son dakika golüyle Galatasaray avrupa kupalarına veda ediyor, kupayı kazanacak olan takıma kaybediyor.

Şimdi, maçlar ortada. Galatasaray'ın elenme sebebi olarak Rijkaard'ı gösterebilir miyiz? Caner'in iki maçta yaptıkları, Servet Çetin'in yediği çalım, Uğur Uçar'ın adam kaçırması... Üstelik bu iki maçtan çıkarılacak asıl sonuç şu; Galatasaray evindeki maçta Elano sahadayken büyük avrupa takımlarına özgü bir şekilde oyunu kontrolünde tutup net pozisyon bulma işlemini gerçekleştirdi. Takım savunmasının belirli bir eşiği geçtiğinin sinyallerini verdi.

Türkiye Kupası

İlk Antalya maçını geçtim de, ikinci maçta Sarp'ın yaptığı hareketini nasıl geçeyim? Kale boşken topla kalenin arasını kapaması gerekirken ve bu hem daha akıllıca hem de daha kolay yapılabilecek bir hareketken, bunun yerine sanki bir orta saha mücadelesi gibi arkadan Necati'yi takibe devam etmesi, topu almaya çalışması... Galatasaray bu tercihin sonunda yediği bir gol yüzünden Türkiye kupasından elendi.

Türkiye ligi

Hedeflerimizden uzaklaşmamızı sağlayan kritik maçlara bakalım.

Eskişehir maçı; maçtaki tek gol pozisyonunu yakalayan taraf Galatasaray, rakip organize olarak kalemize gelemiyor ve pozisyon bulamıyor derken Mehmet Topal'ın yanlış bir pas tercihiyle başlayan atak sonunda rakip elini de kullanarak gole gidiyor. İkinci gol ise evlere şenlik. Milli takımın stoperi Servet Çetin, belli belirsiz şut gösteren rakibine arkasını dönerek zıplıyor ve geçiliyor, sonuç gol. Servet'in yediği çalımı genç takımdan bir stoper yese, akşamına evine gönderilir, sanayi ya da okula gitmesi önerilir.

Trabzonspor maçı; gole kadar iki net pozisyon yakalayan ve doğru dürüst pozisyon vermeyen taraf Galatasaray. Son adam olan Emre Güngör, çalım atmaya çalışıyor ve sonuç gol.

Fenerbahçe maçı; oyunu tutarak oynuyoruz ve rakibe pozisyon vermiyoruz. organize olarak ceza sahamıza gelemeyen kalemize şut çekemeyen rakip oyunun bitimine yirmi dakika kala otuz beş metreden bir şut çekiyor ve bir kaleci hatası ile gol yiyoruz. o ana kadar maçın tek net gol pozisyonuna giren takım gol pozisyonu vermeden bir pozisyon daha yakalıyor.

Kewell ve Baros gibi sağlıklı oldukları zaman üst düzey performans gösteren iki oyuncunun yokluğuna rağmen Galatasaray'ın hedeflerine ulaşmasını engelleyen temel faktör; oyuncuların yaptığı inanılmaz hatalardı. Milli takım yahut Galatasaray seviyesindeki oyuncuların yapmaması gereken hatalar.


Bu tabloya bakıp Rijkaard başarılı olamadı demek, makul olmaz. Takımın patronu o olduğuna ve ortada bir kupa olmadığına göre başarılı diyemeyiz lakin maçları irdeleyince oyuncuların yaptığı engelleyecek kudrete sahip bir hoca yeryüzünde yok. Öyle hataları yapan oyuncuların yerine daha iyilerini en azından bu tip hataları yapmayacak olanları koymak tek çözüm.

Galatasaray için şampiyonluk amaç değil avrupa kupalarına gitmek için kullanılan bir araçtır. Bu yüzden şampiyonluk ancak peşinden sağlam bir avrupa macerası, kupası geldiği zaman bir anlam ifade eder. 2008 yılında Cevat Güler yönetiminde şampiyon olmamız istediğimiz türden bir şampiyonluk değildi, evet mutlu olduk ve rakip takım taraftarlarına karşı söz sahibi olduk ama hepsi bundan ibaret. Ertesi sene başında tarihimizde ilk defa şampiyonlar ligi ön elemesinde elendik. Çünkü bir önceki şampiyonluğumuz bir sistemin bir planın sonucu olmaktan ziyade kısa vadeli takım olmanın yan etkisiydi. Cevaplamamız gereken soru şu; şampiyonluk kazanarak, derbi kazanarak, kıytırık hazırlık maçlarını kazanarak rakip takım taraftarlarına name yapmak mı istiyoruz yoksa icabında bir kaç şampiyonluğu gözden çıkarıp, şampiyonluğu bir sistemin ve planın doğal sonucu olarak elde edecek kıvama gelip şampiyon olduktan sonra gerisinin gelmesini mi istiyoruz. Terim döneminde deplasmanda Sion'a dört attıktan sonra gelip bir de evimizde dört atmıştık, Sion hocası; ilk maçın tesadüf olduğunu düşünüp üzülüyordum ama burada bir kez daha bu takımla oynayınca bir tesadüf sonucu değil de büyük ve bizden üstün bir takıma yenildiğimizi anladım. Rijkaard'ın takımın başında olması bu yüzden anlamlıdır. Çıkılan yol doğrudur. Geçen bir sene de olumlu izler bırakmıştır.


Galatasaray gerekli transferleri yaptığı, tamamladığı zaman Rijkaard'ın sistemi dahilinde ideal bir takımla sahaya çıkacak ve hedeflenen yere yaklaşacak. Topu ayağında tutmayı hedefleyen bir sistemi oturtmak zaman alır. O sistemde var olacak, oynayacak oyuncuların kalitesi üst düzey olmalıdır. İlk senesinde Neill liderliğinde takım savunmasının kalitesini arttıran ve Elano merkezli bir dizilişle topu ve oyunu kontrol altında tutabileceğini gösteren Rijkaard, bu sene daha başarılı olacaktır. Cana gibi isabetli transferlerin sayısı artarsa en azından kallström yahut benzer bir oyuncu takıma eklenirse güzel günler yakın. Enseyi karartmayın.










































Monday, July 19, 2010

Kewell From Galatasaray


Kewell'a duyulan sevgi, insanların yanlış bir izlenime kapılmasını sağlıyor. Örnek bir sporcu, düzgün bir insan, ideal bir takım oyuncusu, yeniden şarkılar söyletiyor olması, turuncu forma... Bunların her birinin altına Cemal Süreya'nın eşsiz dizesini yazabiliriz; keşke yalnız bunun için sevseydim seni.


Oysa Kewell, uzaktan görünce ilk bakışta aşka iman ettiren yakından tanıyınca sadece güzellikten ibaret kızlar gibi değil. Kariyerinin ilk yıllarında olduğu kadar büyüleyici bir saha içi performansı olmasa da, hoş zaten o derece parlak bir kariyer başlangıcı nadiren görülür, Galatasaray adına iyi performans gösteren bir oyuncu olduğu gerçeği orada duruyor. Gerek istatistik olarak gerek istatistiklere yansımayan artılarıyla Kewell büyü yapmaya devam ediyor.


Mesela şunu düşünün; Galatasaray, son yıllarda hakemlere topluca itiraz şenlikleri düzenliyordu. Dünyada kart hareketi yapılmasının kartla cezalandırılmasına ihtiyaç duyulması Galatasaray maçlarından sonra ortaya çıkmış olabilir. Neredeyse bir gelenek haline gelen o günleri düşünün. Takım kötü olduğu zaman göze batan hareketleri... Kewell sonrası hakeme itirazları düşünün. Sabri ile rakibinin boyunu gülerek hakeme işaret etmesi. Bizim çocuk şuncacık boyuyla sizin çocuğu nasıl dövsün hareketi. Takımın itiraz konusunda bayrak adamı olan Sabri'nin saha içi performansını yükseltmesinin sebeplerinden biri de, sadece oyuna konsantre olmasıydı. Rijkaard'ın mutlaka katkısı vardır ama takımdaki abi figürlerinin yerini Kewell modelinin alması da mutlaka Sabri'yi etkilemiştir.


Galatasaray değişiyor. Sabri'yi kariyerinin ilk yıllarında bu derece agresif yapan temel unsur saha içindeki tercihleri yüzünden takım abileri tarafından yine saha içinde azarlanmasıydı. Bir nevi alt devre muamelesi gören Sabri, devreciliğin kalkmasına birden adapte olamadı ve zaman kaybetti. Sabri'nin performansını önemsiyorum ve değerli buluyorum zira bir gerçek var; geçen sezon öncesi en çok transfer istenen pozisyon sağ bek pozisyonu iken bu sezon öncesi böyle bir transfer kimsenin aklına dahi gelmedi. Uğur Uçar'ın transferi doğal karşılandı. Takımdaki türk oyuncuların oyuna konsantre olması çok önemli. Hakeme itiraz etmek, rakiple uğraşmak yerine sadece futbolu düşünmek, futbola odaklanmak takım başarısı için elzemdir. Geçen sene sonunda Fenerbahçe takım halinde itiraz etme alışkanlığı yüzünden şampiyon olmasına mani olan golü yedi. Lucas Neill, Harry Kewell, Lorik Cana gibi doğuştan lider vasfına sahip oyuncuların varlığı takımın oyuna odaklanması konusunda önemli artı değerdir.



Kewell, Galatasaray'ın taktik dizilişinde yeri olan ve ihtiyaç duyulan bir adam. Geçen sene ligin ilk yarısı itibariyle takımın performans olarak en değerli oyuncularından biri konumundaydı. Galatasaray'ın oynadığı bir 4-3-3 versiyonu olan 4-2-3-1 dizilişinin sol tarafında oynayacak ideal oyuncu özelliklerine sahip. Takım sağdan yüklenirken soldan ceza sahasına girip forveti ikilemesi, belirli bir taktik disiplin dahilinde kendinden bekleneni vermesi, icap ettiği zaman öndeki tek forvet rolünü oynayabilmesi... Bu sene de aynı taktikle oynayacağımızı varsayıyorum; sol taraf için ilk tercih de olabilir rotasyon için ideal bir yedek de olabilir. Orta sahaya Cana'nın yanına bir adam daha almak, Elano'yu öndeki üçlünün ortasında ya da sağında kullanmak anlamına geleceği için; Elano-Arda-Pino-Kewell dörtlüsünden üçü arasında tercih yapılacağını, Serdar Özkan, Emre Çolak gibi oyuncuların da burayı zorlaması rekabeti, rekabet de başarıyı getirir.


Kewell hem saha içinde ve saha dışında takım içinde bulunması gereken bir figür hem Galatasaray'ın oyuna anlayışına uygun bir oyuncu hem de oynadığı zaman iyi performans gösteren bir futbolcu.
Kariyeri boyunca izlemekten keyif aldığım, takımımın formasını giymesinden mutlu olduğum, formasının hakkını vererek oynadığına inandığım, sağlam olduğu zaman iyi performans gösteren bir oyuncunun bir sene daha Galatasaray forması giyecek olmasından ötürü çok mutluyum.