Saturday, June 12, 2010

KUPALARIN KUPASI DÜNYA KUPASI


Halit Kıvanç anonsudur malum öyle girer dünya kupası maçlarını anlatmaya. 2010 dünya kupası geldi hoş geldi. favoriler herkesin malumu... Mahşerin dört atlısı...


BREZİLYA




Brezilya dünya kupasının doğal favorisi, turkcell süper ligde üç büyüklerin şampiyonluk dışında sonucu başarı kabul etmemeleri gibi bir durum hakim brezilya halkında. sambacılar demek makul olmaz zira işi samba olan adamlar finalleri rio plajlarından izliyor. Dunga demek, kazanmaya odaklı bir Brezilya demek.

Brezilya'nın en kuvvetli yeri defansı, belki tarihte ilk ama durum öyle. Şampiyonlar ligi şampiyonu İnter'in kilit defans oyuncuları Maicon ve Lucio'nun yanı sıra Brezilya tarihinin hiç şüphesiz en iyi kalecisi olan julio Cesar kaleyi koruyacak. Yılın çoğunu sakat geçiren ve dünya kupasını kaçırmamak için kendini riske etmek istemediği söylenen Kaka'nın hücum performansı kilit olacak.


İSPANYA



Avrupa şampiyonu kupanın bir numaralı favorisi. Zayıf bir yerleri yok gibi gözüküyor. Takım savunmasını iyi yapıyorlar, top ayaklarındayken oyuna hükmediyorlar. Dünyanın en dominant orta saha oyuncusu xavi, takımın beyni. 1950'den sonra ilk defa ilk dörde girmeleri beklenen sonuç.

ARJANTİN



Hayat ne tuhaf vapurlar falan... 1986 dünya kupasını tek başına kazandıran Maradona, bu dünya kupasının kazanılmasındaki en büyük engel olarak gözüküyor. Bir dünya kupasını elleriyle kazanan Diego diğerini elleriyle verecek gibi. Maradona'nın da dediği gibi; bu takımın gücü ve potansiyeli 86 takımının çok üstünde.

Maradona, kadroya Cambiasso ve Zanetti'yi almadı. İlk onbir oynatmasa bile alternatif olarak elinde tutabilirdi. Beş tane fantastik forvet oyuncusuna sahipler; Messi, Milito, Agüero, Hugain, Tevez. Real Madrid'e transfer olması beklenen Di Maria da fırsat bulursa kupanın yıldızlarından olabilir. takımın kalecisi ve defans ön taraf kadar kaliteli değil. takımın en kilit noktasında Mascherano ve Veron var. Performanları belirleyici olacak gibi gözükse de asıl takımın kaderini belirleyecek olan Maradona.




İNGİLTERE




Bu sefer biraz daha iddialılar. Klasik kaleci sorunu devam ediyor. kalede, fowler-mcmanaman-collymore üçlüsünün mantar kalecisi David James var. eskisi kadar mantar değil ama bu seviyede bir takımın ideal kalecisi de değil. Rio Ferdinand'ın sakatlığına rağmen defansları hala sağlam.

İngiltere'nin başarısını belirleyecek temel faktör; Gerard ve Lampard'ın kulüp takımlarında gösterdikleri performansın ne kadarı milli takım altında gösterecekleri. Liverpool forması giyen Gerard ile milli forma giyen Gerard arasında performans açısından bir gömlek fark var, keza Lampard için de aynı durum geçerli. beraber oynamaları sorun oluyor mu? bilinmez ama bir şekilde ikisinden de kulüp takımlarındaki randıman alınırsa şansları artar. Ellerinde Wayne Rooney gibi dünya çapında bir forvet var, gol sıkıntısı çekmezler.












Friday, June 11, 2010

CELTİCS-LAKERS GAME 4


İlk maç Paul Pierce, ikinci maç Ray Allen, üçüncü maç Kevin Garnett bir adım öne çıktı derken dördüncü maç öne çıkan Celtics bench'i oldu. Bench'ten gelen dört Celtics oyuncusunun attığı 36 sayıya karşılık lakers bench'i 18 sayı üretebildi. Celtic bench'inden sahaya giren dört Celtics oyuncusu da oyuna olumlu katkıda bulundu. Glen Davis ve Nate Robinson skor yaparak, Rashed pota altı savunması ve oyunu koparan kritik üçlüğü ile, tony allen ise evet belki hücum yaparken Şemsettin Baş-Hasan Şaş karışımı bir yol izleyerek boş yolda ağacın üstüne sürüyor ama savunmada; Wade, Lebron derken Kobe'yi de biraz yavaşlatmayı başardı, en azından yoruyor, uğraştırıyor. Nate Robinson'ın aldığı süre ve rolü çok önemli zira; Lakers'ın temel savunması Rondo oyundayken Rondo'nun şutunu riske etmek üzerine kurulu, birden gard oynayan adamın üçlük atmaya başlaması savunma dengesini bozuyor.




KG maç içinde birden başka bir moda girerek Lamar Odom'un üstüne oynamaya başladı. Kariyeri boyunca yeni Garnett olarak lanse edilen fakat bir türlü oralaya çıkamayan Odom'un kafasına girmek için hareketler yapmaya başladı. Hatta Odom top sürerken, Garnett ellerini çırparak üstüne gelmesini istediğini belirten hareketler yaptı. Odom pozisyonu zorladı ve kaçırdı alınan ribaundun sonunda fast break ile sayıyı atan ise KG oldu. O andan sonra Lamar oyuna kendini veremedi. Üçüncü maçın kazanılmasını sağlayan Kobe'nin direnişine Fisher ile birlikte Odom'un da destek vermesiydi. Odom bu şekilde devre dışı kalınca Bynum'ın da yokluğunda lakers çaresiz kaldı. Daha doğru bir ifade bütün yok Kobe'nin omuzlarına bindi.




Kobe Bryant yine çok büyük oynadı. takımı ne zaman tıkansa hemen sorumluluk aldı ve üstüste sayılar bularak Celtics'in vurup geçmesine engel oldu. Zor şutları çok iyi kullandı ama bu sefer gasol'un standart desteği dışında hiç destek gelmedi. Zamanla bütün savunmasını Kobe üzerine yoğunlaştıran Celtics, Kobe'nin yorulmasıyla ve Alenn'ın iyi savunmasıyla farkı açtı.




Thursday, June 10, 2010

SAMPDORİA vialli-mancini-cassano



bir zamanlar italya ligini izlemek için perşembe gecelerini beklerdik. evde tek televizyon olduğu için avrupa'dan futbolu izlemek mücadele etmeyi gerektirirdi. o sırada diğer kanalda olacak o kadar olurdu. futbolu tercih etmeyenlerin espri anlayışları ortada. italya ligini izlerken, bir yandan bunlarda bir iki yok a b diye ligi sıralamışlar diye bakarken bir yandan kendi tuttuğumuz takımın özetini beklerdik. hollandalıları ve maldini ile milan, maradona ve saz arkadaşları careca, falcao ile napoli ve tabi vialli ile mancini'nin sürüklediği sampdoria. o sampdoria şahane bir takımdı. genç yaşından itibaren emektar muamelesi gören lombardo, futbolcu çıkartmalarının satıldığı paketlerin üçte birinden çıkan pietro vierchowod, lüle saçlarıyla golcü vialli, boynunda atkısı olmayan mancini.sonraki yıllarda değişmeyen tek şey olacak o kadar oldu. serie a değişti. napoli, sampdoria. genoa gibi ligin esasını oluşturan takımlar çaptan ya da kümeden düştüler. artık lig, yedi kız kardeşlerin ligiydi. cm'nin hayatımıza girdiği yıllarda italya liginin hükümdarları bu yedi kız kardeşti. tanrı brescia forması giyiyor olmasaydı serie a özetlerini beklememiz için bir sebep olmayacaktı. yedi kız kardeş rahat durmadı. kimisi kötü yola düştü, kimisi yanlış evlilikler yapıp iflasın eşiğine geldi. nihayetinde bu devranın yedi kız ile dönmeyeceği anlaşıldı. zaten tat tuz vermeyen italya ligi iyice cazibesini yitirdi. catfight bir yere kadar. ligin sallanması yeniden doğmasına olanak sağladı. ligin tadı olan, ligi güzel kılan napoli, genoa ve sampdoria ligde güçlenmeye başladılar.bu sırada sağa sola gül yollayarak, gül ya da kadın çetelesi tutan ve ederinden fazla değer verildiğini sandığım ya da değerini zahmet edip saha içinde göstermeyen her daim genç italyan kendisine yeni takım olarak sampdoria'yı seçti. ve evet artık italya liginin özetlerini izlemek için birden fazla sebep var. kimisi del piero'nun frikikleri için bekler kimisi ibrakadabra'nın hareketlerini söverek izlemek için kimi de cassano'lu sampdoria'yı izlemek için bekliyor. cassano'nun içinde olduğu özetlere doyulmuyor. klasik italyan on numaralarının daha hızlısı, daha seri hareket edeni. hareketli topa muhteşem vuruyor. oynadığı toptan keyif aldığı için takımını da oyuna sokuyor. sampdoria'ya gelişi kendisi için sığınacak bir liman ya da italya'nın en güzel kızları orada diye açıklanabilir ama bizim için anlamı yeniden italya ligini beklemektir.

Wednesday, June 9, 2010

celtics-lakers game 3

Kobe bryant kainatın en iyi oyuncusu... Yetenek, hırs, azim, kararlılık...



İstatistiklere bakarsanız aldanırsınız... Daha doğrusu Kobe'nin performansını, yaptıklarını anlamak isteyenler için istatistikler yanıltıcı olur. Orada yazan; 29 şut denemesinin sadece 10 tanesini sokan bir adam. Oysa durum hiç de öyle değil. Kobe Bryant şut kullanmayı seçmedi bro şut kullanmak zorunda kaldı. Niyeti tek başına maçı almaya kasmak değil takımını ayağa kaldırmaktı. Gerçekten isteyerek zorlamadı. mal mal gaza gelmedi. Bunu anlamak için hadi ucundan şu sevmediğimiz istatistik kağıdına bakalım; bir top kaybı göreceksiniz. Bu kadar top kullanan bir adamın sadece bir top kaybı yapması durumu anlatıyor.

Kobe, takımın ayakta durabilmesi için gereken neyse onu yaptı. Lebron James'in Boston istatistikleri daha iyi olabilir ama o, Boston kritik bir yerde tokat attığı zaman takımının ayakta durmasını sağlayamıyordu, Kobe sağladı. üçüncü çeyrek boyunca Boston hayvan gibi savunma yaparken ve bütün Lakers oyuncuları hücumda araziye uyarken, top dahi kullanamıyorlardı, Kobe ayakta durdu. Birbirinden zor sayılar atarak takımının geçilmesine izin vermedi. Maç aslında orada kazanıldı. Kobe direnişi başlattı, bütün Lakers dökülürken takıma ilham verdi. Bakın ben burdayım, ayaktayım, bir adım bile geri atmıyorum, var mı peşimden gelen dediği zaman Fisher ve Odom peşinden geldi. Bu da yetmez Kobe'nin performansını tam olarak ifade etmeye zira hücumda Kobe gibiydi savunmada Kirilenko gibi. Her yere yetişti, üç blok yaptı, iki top çaldı.



ve evet bize Michael Jordan'ı hatırlattı. Maçın bitmesine iki dakikadan daha az kalmışken rakibin en iyi oyuncusu olan power forvet Kevin Garnet'i durdurmak için yardıma gitti ve topu takımına kazandırdı. Jazz-Bulls, Malone-Jordan... O pozisyona benzer bir şey oldu. Bütün bunlar yetmiyor gibi maçın en çok emekle kazanılmış sayısına da vesile oldu. Boston'un aldım sandığı bir ribaundu önce çeldi sonra topu oyunda tuttu son olarak da asist yaptı





Derek Fisher, Kobe'nin peşinden gitti ve bir gerçeği bir kez daha gözümüze soktu. Normal sezon NBA maçları, amerikan güreşi gibidir. Oyuncuların çoğu gerçekten maça takılmaz. Hele tecrübeli adamlar oralı olmaz ama basketbol söz konusu olduğu zaman gerçekten büyük olan oyuncular bir adım öne çıkar. Fisher, son çeyrekte kahramanca bir performans göstererek bu sene ilk kez verilecek olan en iyi MVP yancısı ödülüne göz kırptı.





Yenilen tarafına bakınca Garnet'e yazık oldu demeden geçemiyor insan. En iyi zamanlarındaki gibi oynadı, elinden geleni yaptı ama olmadı çünkü üç silahşörlerden ikisi bir türlü devreye giremedi. Geçen maç atari oyunlarındaki yanan oyuncu kıvamında olan Allen, bu maç tuş bozuk tam zamanında basamıyorum modundaydı. Maça kötü başlayan sonradan açılan Pierce ise faul problemi yüzünden tam olarak oyuna dahil olamadı.





Geçen maç sahaya girip mola alarak maçın kazanılmasına bizzat katkı veren koç Doc Rivers bu maçta hata yaptı. Davis'in attığı sayıların büyüsüne kapılarak maçın sonuna kadar Perkins-Davis değişikliğini yapmadı. Fisher içeriye yüklendiği zaman karşısında Davis yerine Perkins'i bulsaydı yahut Gasol, Davis yerine Perkins üzerinden şut atmak zorunda kalsaydı, Lakers o kadar sayı üretemeyebilirdi. Eleştirebiliyoruz zira Boston atarak değil tutarak şampiyon olabilecek bir takım.


garrincha-dunga-ronaldinho

dunga, brezilya futbolunun dönüm noktasıdır. brezilya futbolu ikiye ayrılır. dunga'dan önce, dunga'dan sonra. bu ayrımın nedeni teknik adam dunga'dan önce oyuncu dunga'dır.

1950-1970 arası brezilya ve dünya futbolu

bildiğimiz güce, tempoya, fizik kalite, taktik disipline, kondüsyona dayalı futbol yani modern futbol henüz piyasada yoktu. hal böyle olunca daha yetenekli olanlar maçları kazanıyordu ve yetenek denilince akla ilk gelenler brezilyalılar oluyordu. can bartu'nun beraber yıllarca oynadığı sağ beki maç içinde pek görüşmedikleri için tanımadığı yıllardan bahsediyorum. bu dönem brezilya dünya kupalarını domine etti. üç kupa kazandı. son kazandığı finalde italya'yı yendikleri 1970 dünya kupasıydı. italya brezilya final oynuyor ve brezilya dört çekiyordu.

brezilya en yetenekli takımdı ve kazanmak için yetenekli olmak yetiyordu. (aman 54 dünya kupasının en yetenekli takımı olan macaristan duymasın) devir yetenekli oyuncuların devriydi. en iyi oyuncular alt alta yazılır ve bir on bir oluşturulurdu. garrincha, didi, vava, pele hatta pele'nin yedeği amarildo...
sonuç; 12 senede kazanılan üç dünya kupası.
1970-1994 arası brezilya ve dünya futbolu

beyaz adamın barutu bulması ve mertliğin bozulması gibi bir gelişme yaşandı. iş yeteneğe kalırsa brezilya'ye yenemeyeceğini anlayan ve futbola başka gözlerle bakmaya başlayan avrupalılar modern futbola ilk adımı attılar. almanlar taktik disiplin, fizik kondüsyon konusunda ilerlerken dünya hollanda sayesinde total futbol ile tanıştı. belirli bir sistem dahilinde sahaya yayılan ve bir bütün halinde hareket bir futbol takımı oldular. brezilya ise hala 70 öncesindeki dönemdeymiş gibi hareket etmeye devam ediyordu. pele'nin ve bazı ünlü futbolcuların da yer aldığı zafer kaçış filminde takım arkadaşları taktik konusunda konuşurken pele'nin topu bana verin ve ben herkesi çalımlayıp gol atayım hareketini hatırlayın. brezilya meseleye öyle yaklaşmaya devam ediyordu oysa işler değişmişti.




1982 dünya kupası bu durumu çok net ifade etti. futbol otoriterlerine göre tarihin en yetenekli brezilya kadrosu başarısız olurken kupayı italya kazanıyordu. hani 12 sene önce brezilya'dan 4 yiyen italya. hani galip gelemeden gruptan çıkan italya. en yeteneklilerin kazandığı devir kapanmıştı artık, modern futbol vardı. socrates, eder, falcao, serginho, zico gibi devrinin en yetenekli oyuncuları bir araya gelmişti fakat elleri bomboş yüreklerinde bir sızıyla ülkelerine döndüler. hala en yetenekli onlardı ama artık yetenek tek başına yeterli olmuyordu.

madem öyle 86 dünya kupasını neden arjantin kazandı diyen olabilir. hatırlatalım. o arjantin bir savunma takımıydı. takım halinde katı ve disiplinli savunma yapan hücum için maradona'nın sırtına binen bir takımdı. şanslarına dünya tarihinin en iyi oyuncusu ellerindeydi.

1990 brezilya için bardağı taşıran dünya kupası oldu. yine bir yetenek ve hücum takımı olarak katıldılar ve arjantin'e 1-0 yenilerek elendiler. doksan dakika sadece defans yapan arjantin, maradona'nın bir pası, canijya'nın bir koşusu ile maçı aldı kaçtı.

artık brezilya milli takımı yapılırken en yetenekli oyuncular alt alta yazılmayacaktı. 12 senede kazanılan üç şampiyonluktan bu yana 20 yıl geçmişti.

1994 brezilya ve değişim zamanı; kaptan carlos dunga.



dunga, on yaş genç olsaydı bırakın brezilya milli takımının kaptanı olmasını brezilya milli takımının seçildiği oyuncu havuzuna bile giremezdi. 1982 kadrosu için akla bile gelmezdi. alex de souza yetmişli yıllarda futbol oynuyor olsaydı efsane olurdu deniyor ya dunga oynasaydı ek iş olarak kasaplık yapardı. futboldan para dahi kazanamazdı.






oysa brezilya kaybetmekten bıkmıştı artık sadece kazanmak istiyorlardı. takımın başına carlos alberto parreira getirildi. parreira, dörtlü sağlam bir defans önlerinde bir ön libero ile önce gol yememeyi hedefleyen nasılsa yetenekli forvet oyuncularımız bir şekilde gol atar diye düşünen bir takım kurdu. futbolcu dunga, o takımın kaptanı ve omurgasıydı. o zamana kadar bir brezilya takımında ön libero pozisyonunun olacağını düşünmek kulağa delice gelirken artık takım, o pozisyonun üzerine kuruluydu.




ve evet brezilya tekrar dünya şampiyonuydu. modern futbol yetenek ile birleşti. finalde kimi yendiler dersiniz? elbette italya, yenemeseler de yenilmemeyi öğrenmişlerdi.



1998 dünya kupası



bu dünya kupası brezilya açısından iki özel duruma sahne oldu. birincisi daha iyi bir taktik ile sahaya yayılan fransa rakipleri olmuştu. daha iyi derken bir yerine iki ön libero kullanıyorlardı. ve daha önemli olan; izlediğim en iyi forvet oyuncusu olan ronaldo; o baskıyı kaldıramamıştı. brezilya halkı için dünya kupasını kazanmak doğal sonuçtur ve bunu beklerler. ronaldo başaramadı ve sonrasında kariyeri asla aynı seviyeye gelemedi.
2002 dünya kupası


brezilya başarılı olurken takımda iki ön libero olduğunu söylememe gerek var mı?




2006 dünya kupası-brezilya ve sonrası




2006 dünya kupasının ağır favorisi breziya idi. ronaldinho en iyi zamanını yaşıyordu, takım yıldızlar topluluğuydu ve elleri boş kaldı. yıldızlara dayalı sistem işe yaramadı. büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyordu.




o kupayı kazanan italya olmuştu. yine italya yine değişim ha. bunun üzerine brezilya 1994 dünya kupasını hatırladı. o takımın kaptanı olan dunga'ya sınırsız yetki verilerek eti senin kemiği bizim, istediğini al, istemediğini alma, ne yaparsan yap bize kupayı getir dendi.





2010 dünya kupası kadrosu


dunga'yı, geçmişini, oyunculuğunu ve kazanma isteğini düşününce çok da şaşırtmadı. çift ön libero için uygun adamlar; gilberto silva, kleberson, melo üçlüsünden ikisi. top rakipteyken alan savunması yapabilen topa sahipken elli metre tek top atabilen, oyunu süratlendiren bir oyuncu; elano. zaten ilk on biri yaparken alves'e göre maicon'u tercih etmesi de çok şey anlatıyor. ronaldinho, adriano gibi oyuncuları tercih etmeme sebebi malumunuz, yetenekliler ama taktik disiplin içinde olmaları, dunga sistemine uyum sağlamaları, tempoyu kaldırmaları zor . pato tercihi şaşırtıcı ama grafite ve fabiano gibi pivot santrafor özelliği olan oyuncuları tercih etmesi bize ipucu veriyor. bana kalsa kadroya alır hiç değilse işler sıkışınca oyuna alırdım ama belki de takım sahada oynarken sürekli kulübedeki yedeğin gündeme gelmesinden hoşlanmayan biridir. 2006 kupasındaki yıldız düzeninden tekrar takım düzenine geçiliyor.



brezilya bu dünya kupasında en iyi takım, en güzel futbol oynayan takım, en yetenekli oyuncuların olduğu takım olarak anılmak istemiyor istedikleri; dünya kupasını kazanan takım olarak anılmak. kulübedeki ismin bize söylediği bu.














tardelli-inzaghi

seksen iki dünya kupası yalnızca italyan futbolu için değil italyan halkı için de çok önemlidir. futbol takımı, savaş sonrası ilk defa kupaya uzanırken italyan halkı da uzun yıllar sonra tek bir vücut haline gelmişti. bu beraberlik bir başka dünya kupasına, doksan dünya kupasına kadar devam edecekti. seksen iki dünya kupasına italya çok kötü başlamıştı ve çok ağır şekilde eleştiriliyordu. takım, bütün bunlara karşı birleşti ve gerçek bir takım oldu. yenilmez kabul edilen zico'lu brezilya ve maradona'lı arjantin'i geçerek finale, almanya karşısına çıktılar. finalde kupanın sahibi italya olurken golleri atanlardan biri beleşçiliği ile ünlü paolo rossi diğeri ise gol sevinciyle unutulmazlar arasına giren marco tardelli idi. tardelli, aklını kaybetmiş gibi, kendini kaybetmiş gibi, hayatın anlamını bulmuş gibi, hamamdan çıkan arşimet gibi ellerini yana açmış deli deli koşuyordu. italya şampiyon olmuştu ve tüm italya sokaklardaydı.

final maçını televizyondan izleyen iki kardeş; annelerinin, ailelerinin, tanıdıkları herkesin ilk defa hep beraber bu kadar mutlu olduklarını görmüşlerdi. üstündeki mavi formayla o şekilde koşan adam bütün kente mutluluk getirmişti. karar verdiler, futbolcu olacaklardı. aslında futbolcu olmak bile önemli değildi gol atmaları lazımdı. ikisi de iyi birer futbolcu olmasa golcü oldu.küçük olan kardeş, olayların farkında değildi. büyük olanın peşinden gidiyordu. büyük olanın ise oyun stili paolo rossi'ye benziyordu. gol attıktan sonra ise, golün öneminden, golün anlamından, golün sonuca etkisinden bağımsız olarak, tardelli gibi aklını kaybedip koşmaya başlıyor. her attığı golde, o dokuz yaşındaki çocuk stadyumu turluyor. o golü atınca bi yerlerde birilerinin çok mutlu olduğunu düşünüyor. nasıl lionel messi arjantin kahramanı olan diego maradona'nın attığı gollerin benzerini atıyorsa, inzaghi'de çocukluk kahramanlarını taklit etmeye devam ediyor.