Friday, November 5, 2010

BARCELONA 61- FENERBAHÇE ÜLKER 69; BÜYÜK ZAFER


Son üç-dört sene içinde türk takımlarının basketbolda aldıkların en önemli galibiyettir. Bir zamanlar Efes Pilsen ve Ülker avrupa'nın en tepesinde yer alan takımlardan olarak kabul görürken nicedir başaltı takımlar seviyesinde dolanıyorduk. Fenerbahçe Ülker, iyi kurulmuş bir kadro, doğru seçilmiş bir koç ile türk basketbolunun kulüpler seviyesinde tekrar tepeye çıkacağını belgelemiş olabilir, öyle büyük bir galibiyet. Efes Pilsen'in zamanında yaptığı gibi, Milli takımın iki ay önce yaptığı gibi, bu büyük zaferin de sağlam savunma-takım olma formülüyle gelmesi tesadüf değil.

Fenerbahçe Ülker, türk basketbol severin bildiğini avrupalı basketbolseverden gizlemenin anlamı yok dedi ve final four hedefiyle yola çıkan bir takım olduğunu tüm avrupa'ya gösterdi. Maçtan önce Ukiç; "takım olarak nerede olduğumuzu görmemiz açısından çok önemli bir maç..." diyordu, cevabını öğrenmiş olduk. Fenerbahçe Ülker herhangi bir avrupa takımını, avrupa'nın herhangi bir yerinde yenecek kadar iyi ve kaliteli bir takım. İşin sırrı takım olmak. Çok değil bir sene önce aynı takımla maç bile yapamadıktan sonra bir iki takviye ile maç kazanılıyorsa o takımın koçu, pay sahibidir. Fenerbahçe Ülker nasıl kazandı?

Ricky Rubio-Jaka Lakoviç vs. Lynn Greer-Roko Ukiç


Maçtan önce kritik eşleşmenin burada, gard pozisyonunda olacağını düşünüyordum. Rubio her ne kadar hücumda geçen seneki kadar iyi ve formda değilse de savunma anlamında hala aktif iş yapıyor ve Fenerbahçe Ülker'in kadrosunda görünen tek zaaf, Ukiç'in bir oyun kurucu yedeği olmaması. Engin Atsür iyileşene kadar sürecek bir zaaf. Greer, bir oyun kurucudan ziyade bir skorer, Preldziç bu seviyede, Barcelona deplasmanında oyun kurucu pozisyonunu yedekleyemez. Barcelona tarafında ise Rubio'nun yedeği çok formda olan Lakoviç.


Burada sürpriz bir gelişme oldu. Maçın galibini belirleyen sanıldığı gibi Rubio-Ukiç eşleşmesi değil, her ne kadar, Ukiç; 13 sayı 2 asist 2 top çalma ve top kaybı yapmadan Rubio; sayı ve asist yapmadan maçı tamamlamış olsalar dahi... ( oha diyorsun haklısın da Ukiç böyle oynamazsa kazanma şansı pek yok zaten, bu performans yeterli olmazdı babında... ) Ukiç'i yedekleyen Greer, kendi oyunundan taviz vererek, başka bir oyuncuya dönüşerek, takımı için oynayarak takımına galibiyetin gelmesinde önemli pay sahibi oldu. Greer, 17 dakikada sahada kaldı ve sıkı durun; üçü isabetli beş şut kullanırken dört de asist yaptı, inanılacak gibi değil. Ancak oyuncular bir takımın parçası gibi hissederse ve ait oldukları takıma inanırlarsa böyle değişim gösterebilirler. Lakoviç ise altı üçlük denemesinin sadece birinde isabet bularak, oyun kurucu olmaktan çok uzak bir performans gösterdi. Greer-Lakoviç farkı çok önemliydi.

Sahada en fazla asist yapan oyuncu Lynn Greer oldu.

Ömer Onan-Tarence Kinsey vs Juan Carlos Navarro


Navarro, tüm avrupa'nın en önemli dış skoreri. Ömer Onan, Tüm avrupa'nın en iyi gard savunmacılarından biri, Kinsey bir diğeri. Bu ikilinin Navarro ile karşılaşması, Murat Kosova'nın iddia kaybetmesine neden oldu. Navarro15 sayı ve üzeri atarsa Kosova, 15 sayıyı geçemezse Ömer Onan iddiayı kazanacakmış, yazık oldu maçtan önce Murat Kosova'yı göremedik, bir yemeğini yeme fırsatını kaçırdık. Barcelona'nın bu kadar uzun süre yenilmemesinin sebebi bizzat Navarro'nun varlığıdır. Takımı kötü oynarken çıkar iki üçlük atar maçın gidişatını değiştirir, şutunu engellemek isteyenlerin yanından içeri drive eder faul alır. Navarro maç boyunca altı üçlük denemesinin hiçbirinde başarılı olamadı. Maçın hiçbir anında oyunun dengesini bozacak, gidişatı değiştirecek hamleyi yapamadı, şutu sokamadı. Hem Kinsey hem de Ömer Onan çok üst düzey bir savunma yaparak Navarro'yu devre dışı bıraktılar. Kinsey'in verimlilik puanı; -3 olarak gözüküyor ama tamamen istatistiklere güven olmayacağının bir göstergesinden ibaret bir ifade.

Gasper Vidmar vs Erazem Lorbek

Fenerbahçe dördüncü çeyreğin başında, üç dakika içinde, faul hakkını doldurdu. Hakemler avrupa şampiyonu ev sahibinden yana tercih haklarını kullanıyorlardı. Barcelona beşinde Vidmar'ın karşısında vatandaşı Lorbek vardı. Lorbek, Slovenya'nın en önemli uzunu. Vidmar bu noktada bir adım öne çıktı. Lorbek karşısında geri adım atmak şöyle dursun bir adım öne çıkarak, agresif bir oyun sergiledi, hem rakibe üstüste fauller aldırdı, hem ribaund katkısı yaptı. Oyundan çıkmasına neden olan faul pozisyonu da Lorbek'i savunurken blok yapma hevesinden kaynaklanan bir fauldu. O derece kendini ortaya koydu. Dördüncü çeyrekte takımının oyundan düşmemesine neden oldu, sağlam durdu.

Marko TOMAS

Her şeyin hayırlısı demek lazım. Barcelona deplasmanında Fenerbahçe maç kazanabiliyorsa bu biraz da Fenerbahçe'nin geçen sene ilk 16'ya kalamaması yüzünden oldu. İyi ve güçlü kadrosuyla Fenerbahçe elenirken Cibona zayıf kadrosuyla yola devam ediyordu. O zayıf Cibona kadrosunun bir tane kalbur üstü oyuncusu vardı; Marko Tomas. Tomas, son 16 maçları boyunca takımının bir numaralı oyuncusu oldu ve hemen hemen son çeyreklerin tamında top hep o'nun ellerinde oldu. Orada kazandığı tecrübe, burada son çeyrekte kendini gösterdi. Maçı getiren basketleri atan, önemli topları kullanan Tomas hem takımının en skorer oyuncusu olurken hem de rakibin etkili skoreri olan Mickeal'i etkili savunmasıyla devre dışı bıraktı.

Neven Spahija

Bir sene önce kırk sayı fark yiyen, tam anlamıyla bir maç yapamayan bir takıma, iki takviyeyle galibiyet getiriyorsa, hemen her oyuncusundan faydalanıyorsa, kilit oyuncuları maçın sonunda diri kalıyorsa o adamın hakkını vermek gerekir. Bundan önce daha somut bilgi vereyim, maçı izlerken dikkatimi çekmişti, rotasyon meselesi. Herhangi birine sorsanız Barcelona kadrosu, Fenerbahçe kadrosundan daha derindir, der ve muhtemelen haklıdır, hal böyleyken...

Fenerbahçe'de oyuna giren 10 oyuncunun tamamı 10 dakikadan fazla süre aldı. Barcelona kadrosunda oyuna giren 11 oyuncudan sadece 8 tanesi 10 dakikadan çok süre aldı. Fenerbahçe'de sadece bir oyuncu, Tomas, 25 dakikanın üzerinde ( 26 ) süre alırken, Barcelona kadrosunda 3 oyuncu; Navarro (30) Vazquez (29) Mickeal (34) 25 dakikanın üstünde süre aldı. Kadrosunu daha iyi kullanan, kadrosundan daha iyi verim alan, oyuncularını maçın sonunda diri tutan koç, Spahija oldu. Oyuncuları saha içindeki maçı kazanırken, koç, rakip koçu yenmişti çoktan...

Bu galibiyetin daha anlamlı olabilmesi için Siena karşısında, İstanbul'da maç kazanmak gerekiyor. O maçın dolu bir salonda oynanması, Barcelona deplasmanından galibiyetle dönen takımın hakkıdır.


Saturday, October 9, 2010

Almanya-Türkiye 3-0

Afrikalı, Güney Amerikalıya karşı

Tunus asıllı bir oyuncu ile Brezilya asıllı bir oyuncu bir avrupa şampiyonası elemesinde karşı karşıya geldi. Bir afrikalı ile bir güney amerikalı karşılıklı Almanya ve Türkiye için oynadılar. Mesut Özil'in seçimine kafa yormaktan biraz köşede kalan bir karşılaşma oldu. Almanya için oynayan göçmen çocuklarının varlığı; ikinci dünya savaşında kaybedenin ırkçılar olduğu bir kez daha göstermesi açısından değerliydi. Avrupa'yı doğal yaşam alanı olarak gören Hitler'in başlattığı savaş sonucu yıkılan ve yeniden yapılması gereken Almanya'yı, alman işçilerle beraber göçmen olarak gelen işçiler ayağa kaldırdı. Şimdi o işçilerin çocukları bir arada aynı forma altında oynuyor. Doğal yaşam alanı diye bir şey varsa bile o alan bütün dünyadır ve bütün insanlara açıktır mesajı daha güzel verilemezdi.

Busquets yerine Pedro hesabı Aurelio yerine Tuncay

Barcelona zorluk derecesi yüksek bir maça çıkıyor ve maçın hemen başında Busquets sakatlanarak oyundan çıkıyor. Skor yahut oyunun gidişatında belirgin bir sorun yok. Böyle bir anda Busquets yerine Mascherano'nun oyuna girmesi beklenir. Hiddink böyle yapmadı. Oyuncuyu Pedro ile değiştirip orta sahada oynayan Xavi'yi defansın önüne çekti. Hal böyle olunca Xavi devre dışı kaldı ve Barcelona kaybetti. Aurelio yerine Tuncay'ın tercih edilmesinin makul bir izahını bulmak zor. Oyun Almanya deplasmanında olduğumuz düşünülürse ortada gidiyor ve birden Aurelio sakatlanıyor. Yerine alınması gereken oyuncular kulübede mevcut. Selçuk İnan tercih edilmedi hiç olmadı İbrahim Toraman oyuna girmeli derken oyuna giren isim, Selçuk İnan hazırlanırken üstelik, Tuncay Şanlı oluyor ve o andan itibaren Hiddink, kendi oyun planını sabote etmiş oluyor. Pasa dayalı bir orta saha kurmayı amaçlayan ve bu sayede oyunu kontrol etmeyi hedefleyen Hiddink, Tuncay'ı oyuna alarak pas trafiği ihtimalini rafa kaldırıyor ve daha kötüsünü yapıyor, Nuri Şahin'i, Aurelio olarak kullanmaya başlıyor. Hiddink, Tuncay oyuna girdikten sonra Nuri'ye yerini anlattı ve sonra Nuri ile Ömer bu konuyu konuştu. Nuri, Xavi hesabı sürgün edildi, verim veremeyeceği bir yere geçti. Bu değişiklik hem kendi performansını hem de takımın performansını derinden etkiledi.

Yere Düşen Defans Oyuncularının Beklentisi

Sabri Sarıoğlu'nun ikinci gol golden hemen önce hakeme bakıp, faul beklediği pozisyon kayda geçsin. Süper ligin nimetlerinden biri de, defans oyuncularının kollanmasıdır. Bir defans oyuncusu ile bir hücum oyuncusu mücadele ediyorsa ve defans oyuncusu yerde kalıyorsa türk hakemi düdüğünü çalar, gol falan olur şimdi diye başına iş almak istemez. Bunu bilen defans oyuncuları kendini yere bırakır ve hakeme bakar, penaltı bekleyen forvet bakışı gibi düşünün. Defans oyuncusu Sabri, Alman hücum oyuncusu ile mücadeleye girdi ve yere düştü. Sabri hakeme bakarken, hakem sabri'ye bakmıyordu bile, Sabri ayağa kalkarken yan hakem santraya koşuyordu. Fifa kurallarına göre yönetilmeyen bir ligin yan etkileri.

Youtube Topçusu Özer Hurmacı

Milli takım seviyesinde bir oyuncu olmadığı ortada henüz bu formayı giyecek seviyede bir performans sergilemedi. Youtube klibi ile oluşturduğu bir fan kitlesi var. Bunlar mesele değil, mesele; Hiddink, Özer Hurmacı'nın hangi performanslarını gördü ve milli takımın gruptaki en zor maçında ilk onbirde oynayacak seviyede olduğuna kanaat getirdi. Özer Hurmacı'nın takımdaki varlığı, kadro seçiminde Oğuz Çetin'in etkileri olduğu yolundaki iddiaların en büyük kanıtıdır. Volkan Şen ise aynı saatlerde Bursa A2 takımıyla idman yapıyor, gel de isyan etme.

Wednesday, October 6, 2010

Guti'yi kim sakatladı?


Sezon başından beri hakiki los galacticos üyelerinden birini ligimizde seyredebiliyoruz. Üstelik ülkemize gelen bir önceki los galacticos üyesine kıyasla farklı bir amaç için geldiği ortada; Guti, Roberto Carlos gibi paraları saymak, emekliliğinin tadını çıkarmak yerine top oynamaya gelmiş. Oynuyor. Oyunu yönlendirmek ne demek? Pas nasıl verilir? Verimli pas ne demektir? Yıldız oyuncu kime denir? gibi sorulara şekil çizerek cevap veriyor. Hal böyle olunca süper ligde Guti'nin sakatlığı La liga'da Messi'nin sakatlığına tekabül ediyor çünkü Guti'nin yaptığın yapan bir oyuncu ülkede yok.


Trabzonspor-Beşiktaş maçındaki en önemli kareler hep Guti'nin olduğu karelerdi. Gol pozisyonlarını, güzel hareketleri, kırmızı kartı bir kenara bırakın, maçın en dikkat çekici anları şöyleydi; top Guti'nin ayağına geliyor, Guti'nin yanına bir trabzonspor oyuncusu geliyor ve topla karışık Guti'ye sallamaya başlıyor, allah ne verdiyse hesabı, topa bir Guti'ye iki. Guti ilk aldığı darbeye aldırış etmiyor ama seri şekilde yapıldığını görünce kafasını kaldırıp hakeme bakıyor ve hakem Guti baktığı zaman faul çalıyor. Bu arada Guti bakarken dahi alttan çalışmaların devam ettiğini belirteyim. Özellikle ikinci yarıda bir noktadan sonra hakem hep aynı şekilde düdüğünü çaldı; Guti hakeme baktı, hakem düdük çaldı. Guti'nin bakmasının sebebi; rakibinin futbol oyun kuralları dışında ve hakemin üç metre önünde sanki mücadele ediyormuş gibi rahat bir şekilde bileklere çalışmasıydı. Guti; ne oluyoruz hoca? hesabı hakeme bakınca hakem lütfedip düdüğünü çalıyordu. Rakip oyuncuya bir uyarı yahut sarı kat, elbette yok.


İlk yarıda Guti, topa ceza sahasından çıkarken Egemen Korkmaz, arkasından müdahale yaptı, direkt Guti'ye yapılan bir müdahaleydi ve cezasız kaldı.


Şimdi soru şu; Guti'yi yahut diğer oynamaya çalışan yıldız futbolcuları kim sakatlıyor? Misalen; Egemen Korkmaz'ın lisansını yırtsak sorun çözülür mü? Yoksa yerine gelen stoper mevcut düzen devam ettiği için kısa sürede Egemen Korkmaz, İsmail Güldüren modeline evrilir mi?


Guti'yi sakatlayan ve dahi sakatlayacak olan rakip stoperler değildir, türk hakemlerinin uygulamalarıdır. Türk hakemleri diyorum zira Fifa kuralları ile Türkiye'de maç yönetilmiyor. Erman Toroğlu'nun gözüyle yorumlanan ve şekillenen süper lig, eski bir stoperin bakış açısına göre şekillenmiş oldu ve bu durumdan kurtulmak mümkün olmuyor. Erkek oyunu, öyle faul olmaz gibi yaklaşımlarla hücum oyuncusuna yönelik sertlik sınır tanımayan bir noktaya getirildi. Fifa, arkadan hareket kırmızı ya da en az sarı kart ile cezalandırılır diyor, aynı faulu birden fazla yapmak cezalandırılır diyor, topla oynama gayesi olmadan direkt rakibe yapılan hareketler cezalandırılır diyor. Bizim hakemlerimiz bunları kural kitabına göre uygulamıyor. Trabzonspor-Beşiktaş maçının ilk on dakikasında karşılıklı birer sarı kart çıkartılsaydı, maç boyunca sertlik devam etmezdi, edemezdi.


Hal böyleyken görevi rakip hücum oyuncularını durdurmak olan stoperler hakemin izin verdiği ölçüde sertlik yapmaktan çekinmiyor. Oynatalım Uğur'cum faslının yan etkileri devam ediyor. Rakibe kasıtlı giren stopere kural kitabında yazdığı gibi ceza verilse stoper de farklı şekilde savunma yapmaya başlamak zorundadır.


Türkiye liginin sert ve mücadeleci olduğu koskosa bir yalandır. Türkiye ligi, stoperlerin cennetidir. Sertlik topa değil adama yapılır ve cezasız kalır. Bütün ülkede topu oyuna sokabilen tek bir stoper olmaması da apaçık bir göstergedir zira altyapılarda stoperlerin nasıl adam durdurduğuna bakılır ve daha çok sert olan daha yukarı çıkar. Oynamayı bilmesi önemsenmez, rakibi bir şekilde durdursun yeter.


Guti, futbolu seven herkesin izlemekten keyif aldığı bir futbolcu ve bu maçta aldığı darbeleri almaya devam ederse daha çok sakatlanacak. ihaleyi bir iki stopere bırakmaz yersiz olur. Futbol yayınlarından para kazanan Lig TV'nin görevi, ofsayt-penaltı gibi anlık pozisyonlar yerine hakemlerin genel politikasını eleştirmektir. Guti oynadığı sürece abone sayısı artar.

Monday, October 4, 2010

You Come At the King,You Best Not Miss

Bir sokak filozofu olarak gönlümüzde haysiyetli bir yer sahibi olan Omar Little ( the wire ) aynı zamanda alemin kralı pozisyonunda bir kimse olduğu için bu sözü söylemekten imtina etmemişti. Alemin kralı olduğu için kral çıplak demek hepten zor zira edeceğiniz son sözler bunlar olur. Kral çıplak der kalırsınız. Servet Çetin, kralı hedef aldı fakat kralı tahtından indiremedi, bir bedel ödemesi lazım.

Servet Çetin'in Fenerbahçe yahut Şevçenko sonrası kariyerinde tekrar ayağa kalkması, tekrar İstanbul'a gelmesi ( yeşilçam filmlerinde ve hatta ezel'de dahi kahraman haydarpaşa'ya bir kez gelir, bir daha tren yüzü görmez ) ve bu sefer tutunabilmesi gerçek bir başarı hikayesidir. Parladığı yerlerin temel özelliği; kendi on sekizleri üzerine defanslarını kurmalarıydı. Denizlispor ve Sivasspor örneklerinde önceliği defans olan takımların yıldızı olarak öne çıkmıştı. Kazanmaya oynayan takımlardaki kariyeri ise pek parlak başlamadı. Fenerbahçe'de tutunamadı. Şevçenko olayında ihaleyi Daum'a bıraksak dahi Servet'in üzerinde izi kaldı. Tamam Şevçenko, defans hattını orta sahaya yakın kuran her takımın stoperlerine ızdırap olurdu ama Servet'in de hücum yapan bir takım için ideal stoper olmadığı ortadaydı. İkinci İstanbul seferi farklıydı. Pozisyon bilgisi üst düzeyde olan fakat düşündüğü her şeyi yapamayan Song'dan defans yapmanın temel kurallarını öğrendi, mücadele etti, kendini geliştirdi. Aşama kaydetti. Aşama kaydetmesi önemli zira türk pasaportu olan futbolular aşama kaydetmeyi gerekli görmezler. En fazla arabaların markaları değişir çünkü alternatifleri yoktur ve takımlar onlara muhtaçtır.

Marsilya'ya gitme durumu olana kadar, sakat geçirdiği sezonun ikinci yarısını saymazsak, Servet, Galatasaray için çok değerli bir oyuncu konumundaydı ve ortalama Galatasaray taraftarı, Servet'i istemeye istemeye alkışlayarak uğurlamaya hazırdı. Transfer olmadı ve Servet'in kariyerinde başka bir perde başlamış oldu. Bu yeni perdenin açılmasını sadece Rijkaard'a bağlamak makul olmaz yatan bir Marsilya işinin de büyük payı var.

Frank Rijkaard yönetimindeki Servet Çetin kötü bir sezon geçirdi. Rüştü-Valdez tercihinde dahi kalecinin pas trafiğine katkısını önemli bir etken olarak kabul ettiğini bildiğimiz Rijkaard, Servet'in pas yapamamasından, pas trafiğine dahil olmamasından memnun değildi lakin alternatifler içinde fazla seçeneği yoktu. Servet, yalnızca pas yapamadığı için değil kötü savunma yaptığı için kötüydü. Servet gibi oyunun tek yönünü oynayan oyucuların tolore edilebilmesi için iyi oldukları yönün hakkını vermeleri gerekir. Pası bir kenara bırakalım, Servet Çetin, defansif anlamda çok kötüydü. Galatasaray'ın kritik mağlubiyetlerinde pay sahibi oldu. Atletici Madrid maçının son dakikasında Forlan'dan yediği çalımı yahut Eskişehir maçında Koray'ın şut feykine verdiği cevabı ( topa arkasını dönerek zıpladı, ortaokulda topa arkasını dönerek zıplayan çocukları maçlara almazdık hesap et ) hatırlayın. Sıradan basit hatalar değildi bir defans oyuncunun kalitesini belli eden hatalardı. Rijkaard haklı olarak arayışlara girdi. Hem pas yapamayan hem defans yapamayan bir stoperin varlığı anlamsızdı. Emre Güngör, Hakan Balta gibi alternatiflere yöneldi ve bu durum, Servet'in hoşuna gitmedi.

Sezon bittikten sonra herkesin bildiği bir durum söz konusuydu; Rijkaard, defansa takviye istiyordu. Bir tek Neill katkısı dahi defansı bir adım öteye götürmüşken bir katkı daha yapmak elzemdi. Burada Galatasaray yönetiminin hatası söz konusu. Hem Rijkaard'ın istediği defans oyuncusunu zamanında almamak hem de Servet Çetin'i elden çıkarmamak hatadır. Rijkaard ve Galatasaray bir süre daha Servet Çetin'e muhtaç kaldı. Emre Güngör ve Uğur Uçar elden çıkarılmış, Sabri, Gökhan, Çağlar sakat olarak sezona başlamışlardı. Galatasaray defansı mecburen; Hakan-Servet-Neill-Ali şeklinde oluşuyordu. Bu muhtaçlık süresi boyunca Hakan ve Servet takımın canına okudu. Kendi standartlarının çok altında oynadılar ve kritik hatalar yaptılar. Servet özelinde, Karkiv maçında yediğimiz ilk golü hatırlatmak yeterli olacaktır. Bir yandan saha içinde geçen seneki performansını sürdürürken bir yandan saha dışında sürekli konuşmaya başladı. Bazen üstü kapalı bir şekilde bazen yekten hedefini gösterdi; Rijkaard. Rijkaard takımın patronu bir bakıma kralıydı ve hedefteydi, olmadı Rijkaard takımdan gönderilmedi.

Sonra Servet ile ilgili esasen üzücü bir gelişme yaşandı. Servet birden bir buçuk sezon öncesine yakın bir performansla oynamaya başladı. Yeniden iyi oynuyordu ve iyi oynamasının bir sebebi vardı; İnsua transferi. Takıma yabancı bir sol bek katılınca tek bir türk stopere yer kalıyordu ve Rijkaard'ın Servet'in yerine Hakan Balta'yı tercih edeceği bir sır değildi. Servet ancak böyle bir motivasyon kaynağı oluştuktan sonra iyi oynamaya başladı. Bir diğer milli stoper olan Gökhan Zan'ın as takımla idmana çıkması, Servet'in yerinde denenmek istemesi bardağı taşırdı. Rijkaard'ı istemeyen ve hedef alan Servet, dört galibiyet ve sakatların iyileşmesi sonrasında kralı hedef alan kişinin ıskalaması halinde neler yaşayabileceğini deneyimlemiş oldu.

Yedek kalmayı kabullenmemesi değildi mesele, başına gelecekleri bildiği için idmanda tartışmayı göze aldı. Servet, bir buçuk senedir sadece İnsua transferinden sonra iyi oynamaya yaklaşan bir oyuncu ve saha dışında hocası aleyhinde demeç verip idman sahasında kararlarını sorguluyor. Kadro dışı olması normal ve sürecin bir parçasıdır.

Wednesday, September 15, 2010

Karşısında Ömer Onan Gören Gardın Hüznü


Karşısında Messi'yi gören savunma oyuncuları ne hissediyorsa, Ömer onan tarafından savunulacağını anlayan gardlar da benzer hisleri yaşıyor.

Doksanlı yılların ortalarında Magic Johnson'ın gösteri takımı avrupa turnesi yapıyordu. Türkiye'ye geldiler, Ülker'in rakibi oldular. O zamanlar avrupa basketbolu ile NBA arasındaki makas daha büyüktü. Bu yüzden büyük bir hayranlık ve saygıyla rakip takımı izliyorduk. Maç başladıktan kısa bir süre sonra aradaki farkı görmek mümkün oldu. O ana kadar izlediğimiz savunmaların temeli; adamı tutmak, adamı takip etmek üzerineyken rakip takım topa korkunç bir baskı yapıyordu. Birden fazla kez aynı şey tekrarlandı. Ülker oyuncusu dripling yapmak için yere vurduğu topu yerden alamadı, çünkü adamlar o topu sektirme aralığında topu alıp gidiyorlardı. İnanılmaz bir savunmayı. Elbette maç boyunca bunu tekrarlamadılar ne de olsa bir gösteri maçıydı. Orhun Ene dışındaki bütün oyuncular bu şekilde top kaybı yapmıştı. Maç sonunda zaten Magic, Orhun Ene'yi çok beğendiğini söylemişti. O savunmayı gördüğüm zaman büyülenmiştim ve NBA sevgim artmıştı.


O şekilde yapılan bir savunmayı yıllar sonra bir dünya şampiyonasında bir Türk oyuncuyu izlerken görmek bambaşkaydı. Ömer Onan, bütün Avrupa'nın en iyi gardlarından ikisi olan Pana ve Barca formaları giyen Spanoulis ve Lakoviç ikilisini sahadan sildi. Bırakın top kullanmayı, şut atmayı, oyun kurmayı topu yere vurmaktan korkar hale geldiler. çünkü yanlışlıkla yarım adım ileriyle topu vururlarsa top kendilerine geri gelmiyordu. Ömer Onan savunmasında Spanoulis beş, Lakoviç 3 sayı üretebildi. Diyorum ya asıl iş sayı attırmamaktan çok ötedeydi.


Nazarımda turnuvanın en iyi savunma oyuncusu kendisidir. İki büyük galibiyetin gizli kahramanıdır. Hepsinden daha önemlisi ise; Magic Johnson'ın takımında oynayabilecek kalibrede bir oyuncudur.
Tek boyutlu bir oyuncu olduğu yahut sadece savunma açısından iyi bir turnuva geçirdiği düşünülmesin. Turnuva genelinde %45 saha iyi isabetiyle 9.7 sayı ortalaması tuttururken kritik yarı final maçında Sırbistan karşısında 14 sayı attı.

Panyalı bir üçlük kelebek etkisi yarattı.

Amerika'nın 16 sene sonra dünya şampiyonu olmasına vesile olan panyalı bir üçlükten fazlası değildi. Amerika'dan kaçmaya çalışan Fransa, Amerika'nın da İspanya'dan kaçmasına vesile oldu. Yeni Zelanda'nın bitime beş saniye kala attığı panyalı üçlük turnuvanın seyrini değiştirip kelebek etkisi yarattı. Amerika, tarihin en kötü amerikası falan değildi ama yenilebilir bir amerika takımıydı. Amerika'yı yenmek için gerekli formül apaçık duruyordu. Topa hakim olan ve takımı oynatabilen, içeriye top indirebilen bir oyun kurucu, pota altında sırtı dönük oynayabilen ve bitirebilen bir uzun, bu ikisini sıkıştıran amerikan savunmasına ceza kesebilecek güvenilir bir şutör. Huertas, Splitter, Barbosa üçlüsünün hem nefesi yetmedi hem de yedekleri yeterince iyi değildi. Bu üçlü üzerine kurulan Brezilya son topta maçı kaybetti. Bu oyuncuların yerine; Rubio, Gasol ve Navarro üçlüsü Amerika'yı yenerdi. Hem daha iyiler hem de kayda değer yedekleri vardı. Turnuva boyunca Yunanistan dışındaki bütün dengi olan rakiplerine kaybetmesine rağmen karşısında Amerika'yı gören bir İspanya takımı farklı bir motivasyonla, tamam söylüyorum kırmızı gören boğa motivasyonuyla, Amerika'ya bilenir ve kazanırdı. Türkiye'nin bu üç elzem malzemeden eksik olan pota altında bitiricisinin olmamasıydı. Mehmet Okur'u turnuva boyunca ilk kez aradık. Bir sakatlık, 79 kuşağının dünya şampiyonluğuna maloldu.

Thursday, July 29, 2010

Orta sahayı kaybeden ancak şansıyla kazanabilir.

Rıdvan Dilmen Fenerbahçe'yi çalıştırırken bir Beşiktaş maçına çıktı. Maç 1-1 berabere bitti. Maçtan sonra Dilmen, maça dair açıklamalar yaparken konuyu Beşiktaş'ın attığı gole getirdi. üç aşağı beş yukarı şöyle bir şeyler dedi; hakemler hakkında konuşmak istemiyorum ama yediğimiz golün öncesinde kazanılan faul, faul değildi. O faul sonucunda golü yedik, demeye getirdi. Bahsettiği faul pozisyonu orta sahadaydı ve taç çizgisine yakındı. Böyle bir açıklamayı duyunca Rıdvan Dilmen'in Fenerbahçe kariyerinin kısa süreceğini anlamak zor olmadı.

Young Boys maçından sonra Aykut Kocaman, maça dair açıklamalar yapıyordu. Muhabir, beklediğimiz gibi bir maç bulamadık diyerek konuyu utana sıkıla kötü oyuna getirdi. Aykut Kocaman, oyunun kötü olduğunu kabul edip bunu özellikle ikinci yarıya ve on kişi kalmalarına bağladı. Oysa Fenerbahçe, 1-0 kaybettiği ikinci yarıda değil 2-1 kazandığı ilk yarıda daha kötü oynayıp daha çok pozisyon vermişti. Eşit sayıyla mücadele edilen kısımda, oyunu domine eden taraf Young Boys oldu. On kişi kalmak bir anlamda Fenerbahçe'nin işine yaradı gibi oldu zira geriye çekilmek zorunda kalan takım rakibe bu şekilde daha fazla alan vermemiş oldu. Kötü oyunun sebebi on kişi kalınması değil orta sahayı rakibe teslim eden bir oyun anlayışı ve oyuncu seçimiyle sahaya çıkmaktı. ikinci yarının son on dakikasında yorgunluk etkisini gösterdi ve rakip tekrar ilk yarıdaki havasını yakaladı. Aykut Kocaman maçtan gerekli dersleri almak yerine ihaleyi Kazım'a, on kişi kalmaya bağlayacaksa orta sahadaki faul yüzünden hayıflanan Rıdvan Dilmen'den fazla uzun bir Fenerbahçe kariyeri olmaz.

Dünya kupasında olduğu gibi oldu, orta sahayı eline geçiren maçı domine etti. Young Boys dünyada yeri olmayan bir sistemle oynarken Fenerbahçe dünya kupasında sükse yapan 4-2-3-1 taktiği ile sahaya çıktı. Fakat taktiğin doğru olması, moda olması tek başına yeterli değil. Bir yanda Christian gibi defansın içine gömülen, kamp yapan bir adam, bir yanda Alex gibi ikinci forvet gibi oynayan bir adam, bir yanda da Stoch ve Kazım gibi orta saha kanat oyuncusu özelliklerinden ziyade açık oyuncusu özelliklerine sahp oyuncular varsa o 4-2-3-1 denemesinden hayır gelmez. Aykut kocaman'ın ilgilenmesi gereken, üstünde durması gereken husus bu. İlk yarı boyunca kanat bekleri sürekli olarak ikiye bir kaldı. Beğenilen stoch'un olduğu sol taraftan gelen Degen ve ekürisi maçın yıldızları oldu. Kaleci maçın yıldızı oluyorsa o takımın iyi oynadığı söylemek zor olur hesabı rakip kanat oyuncuları milli oluyorsa o kanatın oyuncuları için iyi demek makul olmaz. En fazla top ayağındayken falan iyi diyip mevzu kapatılır. Sahaya aynı anda Alex, Stoch, Kazım ve Cristina özelliklerinde dört oyuncu çıkarsa o takımın başarılı olması çok zor zira bu dörtlünün anlamı rakibe gel orta sahayı sen eline geçir demektir. Sistemin en başarılı temsilcisi olan Almanya'nın oyuncu özellikleriyle kıyaslarsak; ne Khedira, Christian kadar geride kalıyor, ne Müller ve Podolski, Stoch ve Kazım kadar tek yönlü oynuyor.

Fenerbahçe kendi tarihinin en şanlı avrupa maçlarından birini belki de birincisini oynadı. Bu kadar pozisyonun verilme sebebi on kişi kalmak değil rakibe orta sahayı vermekti.

Kazım, Survivor Emin gibi bir karakter. Adam durumu doğru analiz ediyor, ne yaptığını açık açık söylüyor ama bunun olası sonucundan habersiz gibi davranıyor. İkinci kart pozisyonunda takımıma zaman kazandırmak için topu havaya attım... tamam işte bunun cezası sarı kart. O sebeple hareketi yapmış olduğun çok bariz olduğu için gördün kartı zaten.

Tek başına iki kişiyle mücadele etmeye çalışan kanat bekleri maçın en kötüleri gibi algılanırken o bekleri ikiye tek bırakan ofansif kanat oyuncuları göze girdi. Maçın sonucu gibi maçın değerlendirmesi de adil olmadı.